ADEM ALEYHİSSELAM'IN, MUHAMMED ALEYHHİSELAM İLE TEVESSÜL ETTİĞİ İDDİASI


ALİ HOŞAFÇI'nın "Selefilik Adı Altındaki Görüşlere Selefice Cevaplar" adlı kitabındaki iddiaların incelenmesi - 1

Adem
 aleyhisselam, hata işlediği zaman
“Ya Rabbi, Muhammed hakkı için Senden af diliyorum.” dediği riva­yet.(1)

Birincisi: Hadis, şiddetli bir şekilde zayıf, münker ve hatta ilim ehlinden bazılarının söylediği gibi bâtıldır ve uydurmadır. Allah’ın dininde böylesi bir rivayete itimad etmek, onu hüccet kabul edip üzerine ahkâm bina etmek asla caiz ve helal değildir.
Hadisin merfu bütün rivayetlerinin üzerine dayandı­ğı yegâne isim, Abdurrahman b. Zeyd b. Eslem’dir.
Bu kişi, ilim ehlinin ittifakıyla zayıftır. Onu Ali İbnu’l- Medini, Ebu Hatim er-Razi, Ebu Zür’a er-Razi, Ahmed b. Hanbel, Yahya İbn’u Main, Buhari, Nesai, Ebu Davud, Darakutni, İbn-i Huzeyme, Cevzecani, Saci ve İbn-i Sa’d zayıf görmüşlerdir.

Tahavi, onun hakkında “Hadisi, hadis ilmi ehlince, zayıflığın son noktasındadır” derken, İbn-i Cevzi de “Zayıf olduğuna icma ettiler.” demektedir.(2)

Hadisi rivayet eden Hakim, onu “kendilerinden ri­vayet alınmayacağını ve kendileriyle ihticac edilme­yeceğini” belirttiği zayıflar arasında zikretmekte,(3) “ba­basından uydurma hadisler rivayet ettiğini, bu ilmin ehlinden dikkat edenler için bunun sorumlusunun o olduğunun açık olduğunu” ifade etmektedir.(4)

Hadisi rivayet eden diğer bir isim olan Beyhaki de ha­disi aktardıktan sonra “Abdurrahman b. Zeyd b. Eslem’in teferrüd ettiğini ve zayıf olduğunu” belirtmektedir.(5)

Onun zayıf olduğunu Zehebi,(6) İbn-i Hacer,(7) İbn-i Adilhadi(8) ve Zürkani(9) de söylemekte, Subki bi­le “Zayıflığı, iddia edilen hadde ulaşmaz.”(10) diyerek asıl itibarıyla zayıf olduğunu kabul etmektedir.
Bu hadis de zayıf olduğunda, hatta büyük çoğunluk tarafından şiddetli zayıf olduğunda ittifak edilen Abdur­rahman b. Zeyd b. Eslem’in rivayetidir.

Tek başına bu, rivayetin zayıf sayılmasına yeteceği halde, bir de o, bu rivayette teferrüd etmiş/tek başına kal­mıştır. Zayıflığı ondan daha hafif olanların teferrüd ettiği rivayetler bile münker sayılmaktayken(11) “hadisi, hadis ilmi ehlince zayıflığın son noktasında”(12) olan ravi­nin bu rivayetinin münker oluşu şüphesiz, Zehebi(13) ve İbn-i Teymiyye’nin(14) cezmettiği, İbn-i Abdil Hadi’nin de teyid ettiği(15) gibi uydurma oluşu da çok kuvvetlidir.

Ayrıca isnadda, Abdullah b. Müslim el-Fihri adında şaibeli başka bir ravi daha vardır.
Zehebi, Hakim’e yaptığı takibde “Bilakis (hadis) uy­durmadır. Abdurrahman (b. Zeyd b. Eslem) vâhî’dir. Ab­dullah b. Müslim el-Fihri ise, “Bilmiyorum, kimdir bu?”(16) diyerek, onun mechul olduğuna işaret etmektedir.

Mizan’da ise “Abdurrahman b. Zeyd b. Eslem’den, içinde “Ey Adem, eğer Muhammed olmasaydı seni yarat­mazdım” cümlesi geçen batıl bir haber nakletmektedir”(17) diyerek, bu hadise işaret etmektedir.
İbn-i Hacer, Zehebi’nin bu sözünü aktardıktan sonra “bunun (yani Abdullah b. Müslim el’Fihri’nin), kendisinden önce zikredilenle aynı kişi olmasını uzak görmüyorum”(18) demektedir.

İbn-i Hacer bununla, Abdullah b. Müslim el-Fihri’nin tercümesinden bir önceki tercüme olan, Abdullah b. Mü­sellem b. Ruşeyd’i kasdetmektedir.
Onun hakkında ise Zehebi şöyle demektedir: “İbn-i Hibban, onun hadis uydurmakla itham edilen birisi oldu­ğunu, Leys, Malik ve İbn-i Lehia üzerine hadis uydur­duğunu, onun hadisini yazmanın helal olmayacağını zikretmektedir.”(19)

Yani Zehebi’nin mechul olduğuna işaret ettiği Ab­dullah b. Müslim el-Fihri’nin, hadis uydurmakla ittiham edilen Abdullah b. Müsellem’le aslında aynı kişi olması, İbn-i Hacer’e göre uzak bir ihtimal değildir.
Beyhaki,(20) Zehebi,(21) İbn-i Teymiyye,(22) İbn-i Abdilhadi,(23) İbn-i Kesir,(24) Heysemi,(25) Suyûtî,(26) Zürkani,(27) Hafaci(28) ve Aliyyü’l-Kari(29) bu hadisin isna­dının zayıf olduğunda hem fikirdirler.

İkincisi: Şimdi de Hoşafçı’nın; yanlış, yalan, telbis ve iftiralarla dolu, “tahric ve değerlendirmelerine” ba­kalım.

s. 193’de diyor ki: “Bu hadis için Zehebi “Bana göre isnadı zayıftır, ravilerden Abdurrahman zayıftır. Abdullah b. Eslem el-Fiheri ise, bunun kim olduğunu bilmiyorum” haberin uydurma olduğunu söylemiştir.”
Zehebi, “bana göre isnadı zayıftır” demiş!
Oysa Zehebi’nin kullandığı iki ayrı ibare “uydurmadır”(30) ve “bâtıl bir haber”(31) şeklindedir. Hoşafçı, ya “zayıf” ile “uydurma” arasındaki farkı bilmemekte ya da okuyucuyu kandırmaya çalışmaktadır.
“Ravilerden Abdurrahman zayıftır.” demiş!!
Zehebi’nin onun hakkında kullandığı ibare “vahi”(32) dir. Bu tabirin mücerred zayıflığın  altında bir mertebe olduğu, ehlince ve talebelerince malumdur.
Hoşafçı'nın“Abdullah b. Eslem el-Fiherî” dediği kişi ise Abdullah b. Müslim’dir. Eslem ise Hoşafçı’nın aklında galiba Abdurrahman’ın dedesinden kalmıştır. Abdullah b. Müslim’in nisbeti­ni birkaç sayfa içinde dört kere “Fiherî,” üç kere “Fehrî,” bir kere de “Fihrî” olarak zapteden Hoşafçı’nın bu hali, aslında konuya ne kadar uzak olduğunun örneklerinden biridir.
Aynı sayfada Ebu Hatim’i “Ebu Hatemi,” Ruşeyd’i “Rüseyid” diye zaptetmesi de sanıyoruz aynı “uzaklığın” bir göstergesidir.
Zehebi, “bunun kim olduğunu tanımıyorum” der­ken dikkatle tercüme edilmediği için pek anlaşılmasa da, as­lında bu ifadeyle onun mechul olduğuna işaret etmektedir.
Zehebi’nin ibaresinin tam karşılığı “tanımıyorum, kimdir bu?!” şeklinde olur ki, malum siyer, tarih, mizan, tezkira ve daha nice muhteşem eserin müellifi Zehebi’nin “tanımıyorum” demesiyle -örneğin- Hoşafçı gibi birisinin “tanımıyorum” demesi arasında fark vardır.
Birincisi onun mechul olduğunu, ikincisi ise bunun cahil olduğunu ifade eder.

s. 194 ve 200’de diyor ki: “Zehebi’nin Şeyhu’l İslam dediği şeyhlerinden biri olan Subki… bu hadisin sahih ol­duğunu söylemiştir.” ve “Bir muhaddis ve müctehid olan Subki’nin sahihtir demesi, ona Şeyh’ul İslam diyen talebe­si Zehebi’nin uydurmadır demesinden daha mı zayıftır?
Zehebi’nin Şeyhulislam dediği şeyhlerinden bi­r diğeri olan İbn-i Teymiyye de bu hadisin uydurma olduğunu söylemiştir.
Ayrıca “bir muhaddis ve müctehid olan” Subki, bu hadise sahihtir derken bunu içtihadıyla değil, kendi ifade ettiği gibi “Hakim’e itimad ederek,”(33) yani onu taklid ederek yapmıştır.

Hoşafçı, “Şeyh’ul İslam, Muhaddis ve Müctehid” gi­bi sıfatlarla göz boyamaya çalışırken, bunu neden söy­lemiyor?!

s. 194’de diyor ki: Taberani, Beyhaki, Ebu Nuaym, Kastallani sahih bir isnad ile…
Taberani’nin Evsat’taki isnadında, halini beyan et­tiğimiz Abdurrahman b. Zeyd b. Eslem’le beraber başka mechuller de vardır.
Heysemi, “İsnadda tanımadığım kimseler var.”(34) diyerek buna işaret etmektedir.
Hoşafçı, bunu 279 nolu dipnotta “el-Esvad, (böyle) (Heysemi, Mecmau’z-Zevaid’de (8/253) senedinde tanı­madığım (mechul) bir ravi var, dedi.” şeklinde aktar­maktadır.
Yani Heysemi’nin “İsnadda tanımadığım kimse­ler” ifadesini, “senedinde tanımadığım bir ravi” olarak nakletmektedir.
Her halükarda, isnadı malum Abdurrahman b. Zeyd b. Eslem’le beraber mechullerle dolu olan Taberani’nin ri­vayeti, Hoşafçı’ya göre “sahih bir isnad ile…
Beyhaki’ye gelince, onun üzerine 280 numarasını koyup bizi aynı nolu dipnota ihale eden Hoşafçı, daha sonra Beyhaki’nin sözünü, okuyucunun görmesini iste­memiş olacak ki, aşağıya 280 nolu bir dipnot koymamış. Dipnotlarda 279’dan sonra 281 geliyor.
Beyhaki’nin de hadisi aktardıktan sonraki ifadesi şöyledir: “Abdurrahman b. Zeyd b. Eslem teferrüd etmiş­tir ve o zayıftır.”(35)
Beyhaki’nin zayıf olduğuna açıkça işaret ettiği isna­dı, Hoşafçı’ya göre, hem de bir sonraki sayfada kendisi de “Beyha­ki, hadisin isnadını zayıf kabul etmiştir.” dediği halde “sahih bir isnad ile…
Kastallani ise müsnid bile değil, nakildir. Hadisi zikrettikten sonra arkasından Beyhaki’nin deminki sözü­nü aktarmıştır. Bunu şerheden Zürkani de, onun muradı­nı doğru anlayarak şöyle demektedir “Abdurrahman te­ferrüd etmiştir, yani başkası ona mütabaat etmemiştir. Bu hadis, ravisinin zayıf olmasıyla beraber, bir de garibdir.”(36)
Yani ortada isnad da, sıhhat de olmadığı halde, Hoşafçı’ya göre “sahih bir isnad ile…

s. 194 ve devamında diyor ki: “Suyûtî hadisin bazı tariklerinin zayıf olduğunu söylediyse de hadisin aslının bazı şahit ve mütabilerle sahih li-gayrihi olduğu kanaati­ne varmıştır.
Suyûtî’nin üzerine koyduğu 281 rakamıyla, aynı no­lu dipnotta şöyle demektedir. “el-Hasais’ul Kubra, sahih­tir dedi.
Bu düpedüz bir yalan, Suyûtî’ye atılmış bir iftiradır.
Suyûtî, Hasais’in neresinde bu hadis için “sahihtir” ibaresi kullanmış, bize göstersinler.
281 nolu dipnottaki bu ibarenin yanına, yalan da ol­sa bir sayfa numarası verip gösteremedikleri gibi, bunu da asla gösteremezler.
Eğer Suyûtî’nin, mukaddimesinde söylediği “(Ki­tabı,) uydurulmuş ve reddedilecek haberlerden arındırdım.”(37) ifadesine yapışarak, kitabda zikrettiği bütün ha­berlere “sahihtir” dediği sonucuna çıkmaya yeltenirlerse bu gülünç olur.
Zira Suyûtî’nin kendisi, kitabda zikrettiği iki münker ha­disin arkasından “Bunları aktarmayı içim hoş karşılamıyor, ama bu işte Hafız Ebu Nuaym’a uydum.”(38) demektedir.
Ayrıca Suyûtî, hadisin isnadının zayıf olduğunu, Şifa’nın tahricinde açıkça söylemektedir.(39)
Hoşafçı, Suyûtî’nin, “Hadisin şahid ve mütabiler­le sahih li-ğayrihi olduğu kanaatine vardığını,” 282 nolu dipnotta, Mefahim talikine ihale etmiştir.
Suyûtî bu kanaatini, Alevi Maliki’nin Mefahim ad­lı kitabına yaptığı talikte(!) belirtmediğine göre, bu talikin sahibi her kim ise, bu bahsedilen kanaatin nerede geç­tiğini söylememiş olacak ki, Hoşafçı da talikin sahibinin kanaatini, Suyûtî’nin iddia edilen kanaatine kaynak ola­rak aktarmakla yetinmiş!!

s. 195’de diyor ki: “Zürkani, Subki, Suyûtî ve Kevseri gibi birçok hadis hafızı ve muhaddisin şehadeti ile, Hakim’in haklı, Zehebi’nin ise haksız olduğu ortaya çıkıyor.
Hoşafçı, Zürkani üzerine koyduğu 283 numarasıy­la, aynı nolu dipnotta diyor ki: “Şerh’ul Mevahib, sahih­tir dedi.

Bu da Hoşafçı’nın yalan ve iftiralarının bir diğeri­dir. Bu dipnotta da yalan da olsa bir sayfa numarası gös­teremediği gibi, Zurkani’nin hadise nerede “sahihtir” de­diğini gösteremez.
Aynı cümlede iki kere zikrettiği Zürkani’nin, Şerhu’l-Mevahib’de “Bu hadis, ravisinin zayıflığıyla beraber, bir de gariptir.”(40) sözüyle neye şehadet ettiğini az ön­ce gösterdik.
Subki’nin de aslında müstakil bir şehadetinin olmadı­ğını, “hadisi Hakim’e itimad ederek,”(41) yani onu taklid ederek sahihlediğini kendisinin söylediğini de ifade ettik.
Kastallani’nin ise konuyla alakalı direkt bir şehadeti olmadığı halde, Beyhaki’nin, isnadın zayıf olduğuna yö­nelik şehadetini aktardığını beyan ettik.
Suyûtî’nin de isnadın zayıf olduğunu söyleyerek(42) neye şehadet ettiğini ortaya koyduk.
Yani Hoşafçı, ismi geçen bu kişilere, aksi yönde şe­hadetleri sabit olduğu halde, hadisin sahih olduğuna şa­hitlik ettiklerini söyleyerek açıkça iftira etmekte ve okuyu­cuyu kandırmaya çalışmaktadır.

Kevseri’ye gelince…
Mezhebine ve meşrebine uymadığı için, üm­metin kabulle telakki ettiği, Buhari ve Müslim’in it­tifak ettiği hadisleri zayıflayıp,(43) hafızların uydur­ma olduğuna ittifak ettiği “Ebu Hanife, ümmetimin siracıdır.” mevzu hadisini takviye etmeye çalışan,(44) imamlara ve hadis hafızlarına pervasızca ta’n edip İmam Malik ve İmam Şafiî’nin nesebine dil uzatan,(45) İmam Ahmed’in fakih olmadığını ima eden, (46) İbn-i Ebi Şeybe’ye,(47) İbn-i Huzeyme’ye,(48) Osman b. Sa­id ed-Darimi’ye(49) ağza alınmayacak sözlerle haka­ret eden, ümmetin icmasına muhalefet edip sahabeyi cerh tadil konusu yapmaya kalkarak Enes b. Malik’in hafızasına söz söyleyen,(50) Abdullah İbn-i Abbas’ı takiyye yapmakla itham eden,(51) Hafız İbn-i Hacer’e zina iftirası,(52) Hatib el-Bağdadi’ye oğlancık töhmeti atmaya yeltenen(53) ve daha nicelerine dil uzatıp ta’n eden Kevseri’nin ise, bizce ve imam ve âlimlerine gay­reti olan herkesce şahitliği zaten makbul değildir.
Hasılı, Hoşafçı’nın saydığı isimlerden, onun iddia et­tiği şeye şahitlik edenler, sadece Subkive Kevseri’dir.
Kevseri’nin hali zaten bellidir. Subki ise bu şehade­ti kendiliğinden değil, “Hakim’e itimad ederek” yapmak­tadır.
Yeri gelmişken Subki’nin itimad ettiği, Hakim’in düş­tüğü çelişkili durumdan bahsetmek faydalı olacaktır.
Bu isnad için sahihtir diyen Hakim’in, bunu vehmen veya hatayla yaptığı apaçık ortadadır. Abdurrahman b. Zeyd b. Eslem’in içinde bulunduğu isnada sahih hükmü­nü veren Hakim, onu Duafa’da zikretmekte ve kitabta is­mini zikrettiği kimseler hakkında şöyle söylemektedir:
“İsimlerini size takdim ettiğim bu kimseler, benim açımdan cerhedildikleri ortaya çıkan kimselerdir. Cerh, ancak beyyine ile sabit olur. Benden isteyenlere, cerhe­dildiklerini açıklayacağım kimseler bunlardır. Ben, cerhin taklide istinaden olmasını helal görmüyorum. Bu ilmin ta­lebesine tavsiyem, isimlerini saydığım bu kimselerin hiç­birisinden hadis yazmamalarıdır. Zira onların hadisleri­ni rivayet eden, Nebi aleyhisselam’ın “Kim yalan olduğunu gördüğü halde, bir hadis aktarırsa, o da yalancının diğe­ridir/iki yalancının birisidir.” sözüne dahil olur.”(54)
Yani Hakim’in, haklarında bu sözü söylediği raviler­den bir tanesi de bu kitapta ismini zikrettiği Abdurrahman b. Zeyd b Eslem’dir.
Hakim, onu, Medhal’de de zikretmekte ve hakkında şöyle söylemektedir: “Babasından uydurma hadisler ri­vayet etmiştir. Bu ilmin ehlinden, dikkat edenler için bunun sorumlusunun o olduğu gizli bir şey değildir.”(55)
Hakim bunun öncesinde şunları söylemektedir: “Allah’ın yardımı ve tevfikiyle cerhedildikleri konusun­da imamlardan hiçbirini taklid etmeden, kendi içtihadıma göre cerhe müstehak oldukları ortaya çıkmış ve cerhe­dilmiş bir topluluğun isimlerini beyan ediyorum. Ve bun­ların hadislerinin rivayet edilmesinin, ancak halinin be­yan edilmesinden sonra olabileceğini söylüyorum. Zira Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem, hadisinde şöyle buyurmaktadır: “Kim yalan olduğunu gördüğü hal­de bir hadis aktarırsa, o da yalancının diğeridir/iki yalan­cının birisidir.”(56)
Bunları ifade ettikten sonra içinde Abdurrahman b. Zeyd b. Eslem’in olduğu isnada sahihtir diyen Hakim’in düştüğü apaçık tenakuz ortadadır.
Hatadan kim beri olmuş ki?!
Esas şaşılacak olan Hakim’in hata yapması değil, onun bu açık ifadelerini gördükten sonra Hoşafçı ve ben­zerlerinin “iki yalancıdan biri” olma gayretleridir.
Musibetin büyüğü hata etmek değil, hatayı göre gö­re kör taklide devam etmektir.
Peki, Hakim, böyle açık bir hataya nasıl düşmüştür?
Heva sahipleri değilse de ilim sahipleri bunu şöyle izah ediyorlar:
Hakim, Müstedrek’i yazmaya, ömrünün sonunda, 72 yaşını doldurduktan sonra başlamıştır.
İbn-i Hacer diyor ki: “Bazıları onun ömrünün sonla­rında hafızasının değişikliğe uğrayıp kendisinde gafletin hasıl olduğunu zikretmektedir. Duafa kitabında zikredip kendilerinden rivayetin terkedilmesinin gerekli olduğunu söylediği, kendileriyle ihticac edilmesini menettiği bir sü­rü raviyi, sonra Müstedrek’inde tahric edip hadislerini sa­hih görmesi buna bir delildir.
Buna bir örnek verecek olursak (Hakim), Abdur­rahman b. Zeyd b. Eslem’in hadisini (Müstedrek’te) tahric etmektedir. Oysa onu Duafa’da da zikretmekte ve hakkında şöyle demektedir: “Babasından uydur­ma hadisler rivayet etmiştir. Bu ilmin ehlinden dikkat edenler için bunun sorumlusunun o olduğu gizli bir şey değildir.”(57)
Sahavi diyor ki: “Denilmiştir ki, bunun sebebi (Müstedrek’i) ömrünün sonlarında tasnif etmiş olma­sıdır. Kendisinde hafıza değişikliği ve gaflet hasıl ol­muştur. Veya kitabını temize çekip düzenleme fırsatı bulamamıştır.”(58)
Hakim’in ravi hakkındaki sözleri ve âlimlerin bu açıklamalarından sonra “Hakim, sahih demiştir.” diyerek bu rivayete tutunmaya çalışanların, halini beyan etmeden bu rivayeti aktaranların ve bu rivayet üzerine din bina et­meye kalkışanların hangi sıfata sahip olmaya gayret et­tikleri, hatasına yapıştıkları Hakim’in, onları hangi sıfata layık gördüğü ortadadır.
s. 198’de diyor ki: “Uydurmacılık ayıbını ona hiçbir imam yakıştırmamış olmasına rağmen, Elbani bunu ken­di eklemiştir.
Elbani’nin eklediği bir şey yok da Hoşafçı, söyleye­cek bir sözü olmadığı için, âdeti üzere ucuz polemik yap­maktadır.
Elbani, “O, uydurma ile ittiham edilmiş birisidir. Bu töhmeti ona atan da Hakim’in kendisidir.”(59) diyerek Hakim’in zikredilen ibaresine işaret etmekte, imamların onun hakkındaki sözlerini aktardıktan sonra da “Bu Ab­durrahman, yalancı değilse de cidden zayıftır.”(60) di­yerek kanaatini belirtmektedir.
Hoşafçı (devamında) diyor ki: “Babasından uydur­ma haber verdi demek, hadis uyduran biridir demek de­ğildir… Elbani ya bu farkı farketmedi ya da kasıtlı olarak gizledi. Birinci ihtimal kötü, ikincisi daha kötü.
Hakim’in ibaresi “Babasından uydurma hadis­ler rivayet etmiştir.”den mi ibarettir, yoksa arkasından “Bu ilmin ehlinden dikkat edenlere, bunun sorumlu­sunun kendisi olduğu gizli kalmaz.” diyerek töhmetin Abdurrahman’a yönelik olduğunu mu ifade etmiştir?
Hoşafçı’nın “bu ilmin ehlinden olma” ihtimali za­ten olmadığı için geriye şu ihtimaller kalıyor:
Hoşafçı, Hakim’in ifadesinin geri kalan kısmını ya görmedi, ya gördü de anlamadı, ya anladı da okuyucunun görmesini istemediği için makasladı, ya da hiç utanması olmadığından bütün bunlarla beraber hâlâ belki izi kalır diye Elbani’ye çamur atmaya çalışıyor.
Birincisi kötü. İkincisi daha kötü. Üçüncüsü çok kö­tü. Dördüncüsü ise “hâyâ etmiyorsan, dilediğini yap!”(61)
(Aynı sayfada) diyor ki: “Birçoklarının onda biraz zayıflık var şeklindeki sözlerini görmezden gelerek, cid­den zayıftır diyen bir iki kişinin sözüne sarılmak ne dere­ce doğrudur.
Onda biraz zayıflık var.” diyen birçoklarının kimler olduğunu, Hoşafçı keşke zikretseydi de biz de görseydik.
Ondaki zayıflığın biraz olduğunu söylemeyen bir iki kişi de Ali İbnu’l-Medini, Ebu Hatim er-Razi, Ebu Zur’a, Yahya İbn-i Main, Ahmed b. Hanbel, Nesai, Ma­lik b. Enes , Deraverdi, İbn-i Hibban, İbn-i Huzey­me, İbnu’l-Cevzi, İbn-i Sa’d, Saci, Tahavi, Ebu Nuaym, Hakim, Main, Medine ehlinin umumu(62) ile Zehebi(63) ve İbn-i Hacer.(64)
Üstelik Hakim gibi tevsikte mütesahil birisi bir ravi­yi cerhediyorsa ve bunu kendi ifade ettiği gibi birini taklid ederek değil, halinin ortaya çıktığını gördükten sonra ya­pıyorsa bu, o kimsenin cidden cerhe müstehak olduğu­nun açık delili sayılır.
(Aynı sayfada) diyor ki: “Zabıttaki az zayıflık, riva­yeti hasen mertebesine düşürür, uydurma yapmaz.
Öncelikle Abdurrahman’daki zayıflık az değil, “ha­dis ilmi ehlince, zayıflığın son noktasında”dır.(65)
Sonra, bu “az” olduğu iddia edilen zayıflığın, bir de sadece zabıtta olduğu, olsa olsa Hoşafçı’nın kuruntusu sayılır.
Yoksa Hakim’in ona attığı töhmet, zabıtla alakalı bir şey midir?
Babasından uydurma rivayetler yaptığını, Hakim’le beraber, Ebu Nuaym da söylemektedir.(66)
Hatta İbn-i Hacer’in aktardığına göre “Adamın birisi, İmam Malik’e, senedi munkatı bir hadis söyleyince, Malik ona der ki: “Sen Abdurrahman b. Zeyd’e git de sana babasından Nuhaleyhisselam’dan hadis aktarsın!”(67)
Yoksa bu söz de “zabıttaki az bir zayıflığa mı de­lalet etmektedir?
s. 199’da diyor ki: “Ahmed b. Hanbel, onda bir yan­dan zayıflık görürken, öte yandan, Müsned’inde ondan hadis rivayet ediyor ve itiraz etmiyor.
Ahmed b. Hanbel’in, Müsned’inde böyle bir şart mı var da Hoşafçı, okuyucuya telbisyapmaya çalışıyor?
Ahmed b. Hanbel, Müsned’indeki bütün zayıf ravi­lere itiraz etmiş mi ki, ona da itiraz etsin?
Hoşafçı, “Müsned” ile “Sahih” arasındaki farkı ger­çekten mi bilmiyor, yoksa okuyucu nasıl olsa bunu da yu­tar mı diye düşünüyor?
(Aynı sayfada) diyor ki: “Hakim’in, Buhari ve Müslim’in Abdurrahman’ı hüccet kabul etmediklerini söy­lemesi, onu zayıf kabul etmesi demek değildir.
Peki, Hakim’in “cerhedildikleri ortaya çıkmış olanlar” dediği, onlardan hadis rivayet edenin “iki ya­lancıdan biri” olacağına işaret ettiği “zayıflar” arasında, Abdurrahman’ı da zikretmesi, sizce onu ne kabul etmesi demektir? Sika mı?
Babasından uydurma hadisler rivayet edi­yor.” deyip bunun sorumlusunun o olduğunu söylemesi, Abdurrahman’ı ne olarak kabul etmesi demektir? Güve­nilir olarak mı?
s. 200’de diyor ki: Hakim’in şu isnad için sahihtir demesi, Abdurrahman’ı kendi içtihadınca güvenilir kabul etmesi demek değil midir?
Hakim’in şu isnad için sahihtir diyerek açıkça hata yaptığını, kendi açık sözleriyle çelişkiye düştüğünü, bu­nun sebebinin de ilim ehlinin ifade ettiği gibi hafızasının değişmesinden, gaflete düşmesinden veya kitabını dü­zenleyip temize çekme fırsatı bulamamasından kaynak­landığını zaten açıklamıştık.
Peki, Hakim’in bu beyanlarından sonra hâlâ onun vehmine tutunmaya çalışanların yaptığı şey, yine Hakim’in ifadesiyle, “iki yalancıdan biri” olmaya çalışmak değil midir?
(Aynı sayfada) diyor ki: “Üstelik bu rivayetin şahitle­ri de vardır. Adem aleyhisselam’ın tevessülle alakalı bu ri­vayeti pekiştiren, ona mütabi ve şahit olacak başka riva­yetler de vardır.
Hoşafçı, neden okuyucuyu kandırmaya tevessül ediyor?
Bahsettiği şahit ve mütabileri zikretseydi de hem okuyucu hem de biz görseydik ya?!
Yoksa o “şahit ve mütabiler,” içinde aynı Abdurrahman’ın geçtiği diğer rivayetler mi?
Veya Ömer radıyallahu anh üzerine mevkuf diğer “cid­den zayıf” rivayetler mi?
s. 197’de Kevseri’nin Abdurrahman’la alakalı söz­lerini aktarmaktadır.
 İlgilenenler, uydurma rivayetleri takviye etme uzmanı Kevseri’nin telbislerini dikkat­le takip etsinler.
Kevseri diyormuş ki: “Abdurrahman’ı İmam Malik zayıf kabul etti ve diğer birtakım âlimler de ona tabi olup kabul ettiler.
Kevseri, “diğer birtakım âlimler”le isimlerini saydı­ğımız imamları kastetmekte ve hepsinin Abdurrahman’ı zayıf kabul etmede İmam Malik’i taklid ettiklerini iddia et­mektedir.
Bunu o imamların hepsine delilsiz olarak nisbet et­menin başlı başına tahakküm olduğu bir tarafa, Abdur­rahman hakkında en ağır sözleri söyleyen Hakim’in ken­di ifadesinden, bu konuda kimseyi taklid etmediğini, bunu caiz bile görmediğini, cerhi ortaya çıktıktan sonra kendi iç­tihadıyla onu cerhedip zayıf kabul ettiğini iyi bilmekteyiz.
Diyormuş ki: “Ancak onu yalancılıkla ittiham etme­diler.
Hâlbuki Hakim, bu töhmeti açıkça yapmaktadır. Ha­kim dışında Ebu Nuaym ve hatta onlardan önce İmam Malik de bu töhmeti atanlardandır.
Diyormuş ki: “Hakim, bu rivayeti, İmam Malik’in ka­bul ettiği rivayetlerden görünce böyle yaptı.
Yani aslında Hakim de onu İmam Malik’e uyarak zayıf kabul edenlerden biriydi. İmam Malik’in bu rivayeti kabul ettiğini görünce, “demek ki biz ona boşuna uyuyor­muşuz, bak kendisi bile onun rivayetini kabul ediyor” di­yerek kabul etti ve sahihtir dedi.
Diyormuş ki: “İmam Malik bu haberi nasıl kabul etti dersiniz? Şöyle açıklayabiliriz.

İyi dinle ey okuyucu!
 Muttefekun aleyh hadisle­ri reddetme ve uydurma hadisleri takviye etme sicil­li Kevseri’nin, şeytanın bile aklına gelmeyecek yön­tem ve telbislerle kurmaya çalıştığı bağlantıları iyi ta­kib et!
Ta ki, Hoşafçı’nın “İmam” addettiği Kevseri’nin ne olduğunu iyi göresin!
Diyormuş ki: İbn-i Humeyd’in bildirdiğine göre Ab­basi halifesi Ebu Ca’fer hacca gittiği zaman, Hz. Pey­gamber sallallahu aleyhi ve sellem’in kabrini ziyarete vardı­ğı zaman, orada bulunan İmam Malik’e “Ya Eba Abdillah, yönümü kıbleye dönüpte mi dua edeyim?” dedi. İmam Malik de Halife Ebu Mansur Cafer’e (böyleniçin yönünü ondan çevireceksin? Hâlbuki o senin de, baban Hazret-i Adem’in de Allah’a vesilesidir. Bilakis Rasûlullah yönü­ne dön, onun şefaatini iste. Çünkü Allah onun şefaatiy­le seni affeder” dedikten sonra, Nisa, 64 ayetini okudu. Buradan şu anlaşılıyor ki, İmam Malik, Hakim’in rivayet ettiği Adem haberini kabul edip fıkhî bir meselede de­lil olarak ileri sürdükten sonra, Abdurrahman b. Zeyd b. Eslem’den, yanılma, zapt azlığı ve töhmeti ortadan kal­kar. Çünkü onu zayıf kabul edenler sadece İmam Malik’e uyuyorlardı. (Kevseri’nin sözü bitti)
Yani İmam Malik, Adem kıssasıyla delil getirmiş. Bu kıssayı rivayet eden de Abdurrahman’dır. Abdurrahman’ı zayıf kabul edenler de sadece İmam Malik’e uydukla­rı için böyle yapmışlar ya, meğerse Abdurrahman’ın ri­vayetini delil getiren Malik, onu zayıf kabul etmiyormuş. Dolayısıyla onca imam da onu  taklid etmede yanılmışlar. Neticede, imamların Abdurrahman b. Zeyd b. Eslem ile alakalı olan cerh edici bütün sözleri büyük bir yanlış anlamanın sonucudur.
Birinci olarak, zaten munkatı/senedi kopuk olan bu hikâyeyi, yalancılıkla itham edilen birisi aktarmakta­dır. Ayrıca isnadı mechullerle doludur.
Hikâyeyi aktaran Muhammed b. Humeyd er-Razi hakkında Zehebi der ki: “Zayıftır. Zayıf olması da hafı­zasından dolayı değildir.” Yakub b. Şeybe dedi ki: “Çok­ça münker rivayetler yapar.” Buhari dedi ki: “Fihi nazar.” Nesai dedi ki: “Sika değildir.” Ebu Zur’a dedi ki: “Yalan söyler.”(68)
Salih b. Muhammed el-Esedi der ki: “Allah’a karşı ondan daha cüretlisini, yalanda ondan daha marifet­lisini görmedim.”(69)
İshak b. Mansur der ki: “Muhammed b. Humeyd’in kezzab/çok yalancı olduğuna şahitlik ederim.”(70)
Ebu Zur’a ve İbn-i Va’ra, İmam Ahmed’e “Onun yalan söylediği bizce sahih olarak sabittir.” dediler. İmam Ahmed’in oğlu Salih diyor ki: “Babamın ondan son­ra, İbn-i Humeyd’i anınca elini sirkelediğini gördüm.(71)
Buhari’nin “fihi nazar” ibaresini tercüme etmedik. Önce onun ne anlama geldiğini açıklayalım, ardından da Hoşafçı’nın nasıl tercüme ettiğini gösterelim.
İbn-i Kesir diyor ki: “Buhari, bir adam hakkında, ‘Onun hakkında sustular.’ veya ‘fihi nazar’ diyorsa, o ki­şi ona göre en aşağı/düşük seviyededir. Ancak o, cerhte latif ibareler kullanan birisiydi.(72)
Zehebi diyor ki: “Buhari, ‘fihi nazar’ demiştir. O, bu­nu genelde, itham ettiği kişiden başkası için kullanmaz.”(73) “Buhari’ye göre, ‘fihi nazar’ olan bir adamın, itham edi­len birisi olmaması çok az görülen bir şeydir.”(74) “Onun âdeti böyledir. Eğer ‘fihi nazar’ diyorsa, bunun anlamı, o kimsenin itham edilen birisi olduğu veya sika olmadığıdır. Bu, ona göre zayıftan daha kötü bir haldir.”(75)
Hoşafçı ise Buhari’nin “fihi nazar” ibaresini, s. 202’de, “hakkında iyi düşünülmeli” diye tercüme et­miş. La havle vela kuvvete illa billah!
Hali bu olan İbn-i Humeyd, bu hikâyeyi Malik’ten kesintisiz olarak bile aktarsa kabul edilmeyecekken, üstüne bir de hikaye munkatı’dır. İbn-i Humeyd, Malik’e, hele de Ebu Ca’fer Mansur zamanında yetişmiş birisi de­ğildir.
Halife Ebu Ca’fer Mansur, 158 senesinde Mekke’de, İbn-i Humeyd ise 248 senesinde vefat etmiştir.
Onun İmam Malik’ten rivayette bulunduğunu da kimse söylememektedir.
Kadı Iyad, Malik’ten rivayette bulunanları bü­yük ve küçük olmak üzere iki kısma ve memleketle­re göre taksim ettiği halde, aralarında İbn-i Humeyd’i zikretmemektedir.(76)
Hafiz Mizzi de ne Malik’in, ne İbn-i Humeyd’in ter­cümesinde böyle bir şeyden bahsetmektedir.(77)
Rivayetin kalan bölümü de mechullerle doludur. Kevseri, bütün marifetini ortaya koyduğu halde birçoğuy­la alakalı bir tevsik aktaramamaktadır.
Hele Kadı İyad’ın şeyhlerinden hiç bahsetmemek­te, bu hikayeyi onlardan icaze yoluyla rivayet ettiğinin sözünü bile etmemektedir.
Nasıl etsin ki, “tenkitçilere göre inkıta hükmün­dedir” diyerek, icaze yoluyla aktarılan rivayeti kendisi reddetmektedir.(78)
Hasılı, Abdurrahman b. Zeyd b. Eslem’i temize çı­karıp münker rivayetini kurtarmak için Kevseri’nin medet umduğu hikaye; hadis uydurduğu söylenilen bir kişinin, munkatı olarak yaptığı, senedi mechullerle dolu, her ha­linden uydurma olduğu belli, sadece bir “hikayedir.”Bu birincisi.
İkinci olarak ise, bu hikaye Malik’ten sahih olsay­dı bile, gerekli makaslamayı yapmadıkça, Kevseri’nin uy­durmayı kurtarma gayretlerine bir faydası olmayacaktı.
Şöyle ki, hatırlanacağı üzere Kevseri, bu hikayeyi; İmam Malik’in, Abdurrahman’ın yaptığı rivayeti sahih gö­rüyor, dolayısıyla Abdurrahman’ı da zayıf görmüyor ol­ması sadedinde zikretmektedir.
Yani İmam Malik, halife Ebu Ca’fer’e, “O, baban Adem’in de Allah’a vesilesidir.” diyor ya, işte bu sö­züyle Abdurrahman’ın yaptığı o rivayeti kasdetmektedir.
Bu şekilde bakıldığı zaman Abdurrahman’ın rivaye­tindeki “Adem’in vesilesi” ile Malik’in iddia edilen sözün­deki “Adem’in vesilesi” aynıymış gibi görünmektedir.
Ancak zaten uydurma olan hikayedeki Malik’in sö­zünden iki kelimeyi makaslamak lazım ki öyle görünsün.
O iki kelime şudur. İmam Malik, halifeye “O, senin de baban, Adem’in de Allah’a karşı vesilesidir.” diyor ya, bu, Kevseri’nin uyarlamasından sonraki hali.
Şu da Kevseri’nin makaslamasından önceki hali “O, senin de baban Adem’in de kıyamet günü Allah’a vesilesidir.”
Kevseri, bu iki kelimeyi makaslamasa, bu cümlenin anlamının ne kadar değişeceğini, Abdurrahman’ın riva­yetinde geçen vesileyle bir alakası kalmayacağını, dola­yısıyla ne Abdurrahman’ı ne de uydurma hadisini kurta­ramayacağını iyi bilmektedir.
Abdurrahman’ın rivayetinde söz konusu olan vesi­le, Adem aleyhisselam’ın insanlık tarihi başındaki te­vessülüdür.
Malik’in hikayesinde bahsedilen vesile ise Adem ve zürriyetinin dünya tarihi sonundaki tevessülüdür. Bu ikincisinin hak oluşunda niza ve şüphe yoktur.(79)
Şifa’ya yaptığı şerhte, “kıyamet günü” ibaresini, “şefaat-i uzma hadisine işarettir” sözleriyle açıklayan Hafaci(80) de bundan bahsetmektedir.
Yani uydurma olan bir hadisi kurtarmak için uydur­ma bir hikâyeyi delil getiren Kevseri, bununla da yetin­meyip uydurma olan delilini maksadına uydurmak için ondan kritik iki kelimeyi makaslamakta bir beis görme­mekte, kıyamet günü gerçekleşecek olan tevessülle, in­sanlık tarihi başında olduğu iddia edilen tevessülü aynı olay gibi göstermeye çalışmaktadır.
Dolayısıyla Malik’ten aktarılan bu hikâyenin -sahih bile olmuş olsaydı- içinde söz konusu edilen tevessül, Abdurrahman’ın rivayetindeki tevessülle apayrı bir hadi­se olduğu için; Malik, Abdurrahman’ın rivayetiyle delil ge­tirmiş olmaz, yani onu zayıf kabul etmiyor olmazdı.
Özetle, Kevseri, bunca telbis ve tezgâha rağmen, ne Abdurrahman’ı ne de uydurma rivayetini kurtarabilmiştir.
s. 203’de parantez içinde, Kevseri’nin bir kelime hatasını Şifa’nın şerhlerine dönerek tashih ettiğini söyle­yip bununla okuyucuya, nakilde ne kadar tesebbüt sahi­bi olduğunu göstermeye çalışan Hoşafçı, Hafaci’nin bah­settiğimiz açıklamasını da gördüğü halde, Malik’e nisbet edilen sözü, s. 99 ve 201’de Kevseri’nin makaslamış ha­liyle aktarmakta bir beis görmemektedir.
s. 195’de diyor ki: “Abdullah b. Müslim el-Fehri’nin (böyleuydurmacı bir ravi olduğunu kimse söylemedi. El­bani yanlış söylüyor.
Elbani zaten böyle bir şey söylememektedir. Elba­ni, hadisin illetlerini sayarken ikinci madde olarak “İsna­dın Abdurrahman’a kadar olan kısmının mechul ol­masını” zikredip Abdullah’ın mechul olduğuna işaret et­mektedir. Uydurmacı birisi olduğuna değil.
Ayrıca İbn-i Hacer’e göre, Abdullah hakkında zaten iki ihtimal vardır. Bu birincisi. Ona göre uzak sayılmaya­cak ikinci ihtimal ise Abdullah b. Müslim el-Fihri’nin, Ab­dullah b. Müsellem b. Ruşeyd olmasıdır. Zehebi de onun hakkında, “İbn-i Hibban onun hadis uydurmakla itham edilen birisi olduğunu söyler.” demektedir. Yani her halükarda Fihri, ya mechul ya da mütte­hemdir. Üçüncü bir ihtimal varid olmamıştır.
s. 196’da diyor ki: “İbn-i Hacer ne bu ravi ne de bir önceki kendi tabakasından olan Abdullah İbnul Müslim İbnul Rüşeyd hakkında kınama yollu hiçbir söz etme­miştir. Elbani yanlış söylüyor. el-İsabe’de değil, Lisanu’l-Mizan’da Zehebi’nin dediklerini naklediyor.
İbn-i Hacer, Abdullah b. Müslim el-Fihri’nin, aslında, hadis uydurmakla itham edilmiş Abdullah b. Müsellem b. Ruşeyd olduğunu uzak görmediğini belirtip İbn-i Ruşeyd hakkında Zehebi’nin aktardığı töhmete, âdetinin aksine bir itiraz ve takip yapmayarak, buna muvafık olduğunu ortaya koymaktadır.
Hoşafçı’nın aynı sayfanın sonunda söylediği gibi ... “Zira tenkid yerinde susmak bunu ifade etmektedir.
Üstelik Zehebi, Abdullah b. Müslim el-Fihri hakkında, “Tanımıyorum, kimdir bu?” ifadesinden başka, kınama yollu hiçbir söz söylememektedir. Onun “Abdullah b. Mü­sellem b. Ruşeyd’le aynı kişi olmasını uzak görmüyo­rum” diyerek Abdullah b. Müslim el-Fihri’yi, itiraz etmedi­ği töhmete layık gören, İbn-i Hacer’in kendisidir.
Elbani’nin de söylediği budur. Hoşafçı, Elbani’nin bu sözü yanlışlıkla İsabe’den aktardığına işaret ediyor, ama bunu nereden çıkardığını doğrusu anlayamadık. Eli­mizdeki baskıda da -bulabildiğimiz en eski baskısı olan 1983 tarihli 5. baskıda da- İsabe diye bir şey yok. Elbani de Lisan’da diyor.
Korkarız bu da Hoşafçı’nın tercümedeki hataları Elbani’ye mal etmelerinden birisi...
s. 196’da diyor ki: “Üstelik Zehebi’nin bilmemesi, İbn-i Hacer’in de zayıf ihtimali, ne zamandan beri kesin ilim oldu? Nasıl oldu da bilmeme ve ihtimal, İbn-i Hibban’a göre hakkında açık cerh olmayan ravilerde asıl olan gü­venilirliktir temel esasından ağır geldi?”
Zehebi’nin bilmemesi”yle ravinin mechul oluşu­na delalet eden “Tanımıyorum, kimdir bu?”(81) sözü­nü, İbn-i Hacer’in “zayıf ihtimali”yle de ravinin hadis uy­durmakla itham edilen diğer bir isimle aynı kişi olmasını “uzak görmüyorum”(82) sözünü kasdetmektedir.
Sonra da her mezhebin ruhsatlarını toplamaya çalı­şanlar gibi, hakkında imam addettiği Kevseri’nin de sözle­rini naklettiğimiz İbn-i Hibban’ın malum mezhebini; Zehe­bi ve İbn-i Hacer’in sözlerinden çıkan iki ihtimalin üçün­cüsü ve en kuvvetlisi saymaya çalışmaktadır.
Yani adam; ya Zehebi’ye göre mechul birisi, İbn-i Hacer’e göre ya mechul ya müttehembirisi, ya da İbn-i Hibban’ın, aksi ispatlanıncaya kadar herkes sika­dır, acayip,(83) yolların en zayıfı(84) ve gevşekliğin son noktası(85) olan ilkesine göre sika birisi.
Hoşafçı’ya göre ağır basması gereken ihtimal bu üçüncüsü.
Üçüncüsü: Ayrıca bu rivayet, Adem aleyhisselam’ın tevbe ettiği kelimelerin ne olduğuyla alakalı, seleften ak­tarılan meşhur rivayetlere de aykırıdır.
“Adem, Rabbinden birtakım sözler öğrendi. (Bu söz­lerle tövbe edince) Allah da tövbesini kabul etti.”(86) aye­tiyle alakalı, seleften aktarılan tefsir, Adem aleyhisselam’ın tövbe ettiği bu sözlerin şunlar olduğu yönündedir:
“İkisi dedi ki: ‘Rabbimiz, biz kendimize zulmettik. Eğer bizi affedip bize rahmet etmezsen, muhakkak hüs­rana uğrayanlardan oluruz.’”(87)
Bu tefsir Mücahid’den, Said b. Cübeyr’den, Ebu’l-Aliye’den, Rabi b. Enes’ten, Hasenu’l-Basri’den, Katade’den, Muhammed b. Ka’b el-Kurazi’den, Halid b. Ma’n’dan ve Ata el-Horasani’den nakledilmiştir.(88)
Dördüncüsü: Şehristani’nin aktardığına göre, Hı­ristiyanlar, İsa aleyhisselam’ı överken, onun benzeri olma­dığını, hiçbir peygamberin ona kıyas edilemeyeceğini, Adem aleyhisselam’ın günahının bile onun vesilesiyle affe­dildiğini söylüyorlarmış.(89) Muhtemeldir ki bunu duyan bazı cahil Müslümanlar da bizim peygamberimiz, İsaaleyhisselam’dan geri kalma­sın diye bu kıssayı uydurup rivayet ettiler.
Eğer delil olacaksa, işte size başka bir rivayet:
Ebu Nuaym’ın Hilye’de naklettiğine göre “Yusuf aleyhisselam der ki: “Allah’ım, babalarım halilin olan İbra­him, kurbanlığın olan İshak ve İsrail’in olan Yakub’un sa­lihlikleriyle Sana yöneliyorum.”
Allah da ona şöyle vahyetti: “Ey Yusuf, onla­ra zaten Benim ihsan ettiğim nimetlerle mi Bana yöneliyorsun?!”(90)

--------------------

Dipnotlar
(1) Hakim, Müstedrek, 2/615
(2) İbn-i Hacer, Tehzib, 2/507-508
(3) İbn-i Hacer, Lisan, 7/257
(4) Hakim, Medhal İla’s-Sahih, 1/154
(5) Beyhaki, Delailü’n-Nübüvve, 5/489
(6) Hakim, Müstedrek, 2/615; Zehebi, Mizan, 2/449 no: 4372
(7) İbn-i Hacer, Takrib, 578 no: 3890
(8) İbn-i Abdi’l Hadi, Sarımu’l-Munki, 34
(9) Zürkani, Şerhu’l-Mevahib, 1/63
(10) Subki, Şifau’s-Sikam, 363
(11) Zehebi, Mizan, 3/151 (Hoşafçı’nın imam addettiği Kevseri, Buhari ve Müslim’in rivayet ettiği Uraniler hadisini, sahabî olmasına rağmen, Enes b. Malik’in teferrüd ettiği gerekçesiyle reddetmektedir. Bk. Beyan-ı Telbisi’l-Müfteri)
(12) İbn-i Hacer, Tehzib, 2/408
(13) Zehebi, Mizan, 2/449 no: 4372; Hakim, Müstedrek, 2/615
(14) İbn-i Teymiyye, er-Raddu A’lal-Bekri, 6
(15) İbn-i Abdil Hadi, Sarımu’l-Munki, 34-36
(16) Hakim, Müstedrek, 2/615
(17) Zehebi, Mizan, 2/449 no: 4372
(18) İbn-i Hacer, Lisan, 5/12 no: 4462
(19) Zehebi, Mizan, 2/449 no: 4371
(20) Beyhaki, Delailu’n-Nübüvve, 5/486
(21) Zehebi, Mizan, 2/449 no: 4372; Hakim, Müstedrek, 2/615
(22) İbn-i Teymiyye, er-Raddu ala’l-Bekri, 6
(23) İbn-i Abdilhadi, Sarımu’l-Munki, 3637
(24) İbn-i Kesir, el-Bidaye ve’n-Nihaye, 2/323
(25) Heysemi, Mecmau’z-Zevaid, 8/253
(26) Suyûtî, Menahilu’s-Safa, 94 no: 381
(27) Zurkani, Şerhu’l-Mevahib, 1/63
(28) Hafaci, Şerhu’ş-Şifa, 2/242
(29) Aliyyü’l-Kari, Şerhu’ş-Şifa, 1/76
(30) Hakim, Müstedrek, 2/615
(31) Zehebi, Mizan, 2/449 no: 4372
(32) Hakim, Müstedrek, 2/615
(33) Subki, Şifau’s-Sikam, 363
(34) Heysemi, Mecmau’z-Zevaid, 8/253
(35) Beyhaki, Delailu’n-Nübüvve, 8/253
(36) Zürkani, Şerhu’l-Mevahib, 1/63
(37) Suyûtî, Hasaisu’l-Kubra, 1/8
(38) a.g.e., 147
(39) Suyûtî, Menahilu’s-Safa, 94 no: 381
(40) Zürkani, Şerhu’l-Mevahib, 176
(41) Subki, Şifau’s-Sikam, 363
(42) Suyûtî, Menahilu’s-Safa, 94 no: 381
(43) Ahmed Ğumari, Beyan-ı Telbisi’l-Müfteri, 212
(44) Ahmed Ğumari, a.g.e., 239; Muallimi, a.g.e., 1/448
(45) Ahmed Ğumari, a.g.e., 67-72; Muallimi, a.g.e., 1/381-391
(46) Ahmed Ğumari, a.g.e., 79
(47) Ahmed Ğumari, a.g.e., 311; Muallimi, a.g.e., 1/346-349
(48) Muallimi, Tenkil, 1/460-461
(49) Ahmed Ğumari, a.g.e., 311; Muallimi, a.g.e., 1/346-349
(50) Ahmed Ğumari, a.g.e., 45
(51) a.g.e., 62
(52) a.g.e., 48-51
(53) a.g.e., 48-49
(54) İbn-i Abdilhadi, Sarımu’l-Munki, 36
(55) Hakim, Medhal, 1/154; İbn-i Hacer, Lisan, 7/257
(56) Hakim, Medhal, 1/114; İbn-i Hacer, Lisan, 7/257
(57) İbn-i Hacer, Lisan, 7/257
(58) Sahavi, Fethu’l-Muğis, 1/36
(59) Elbani, Tevessül, 105
(60) a.g.e., 108 
(61) Buhari, Sahih, 3483
(62) İbn-i Hacer, Tehzib, 2/507-508
(63) Hakim, Müstedrek, 2/615
(64) İbn-i Hacer, Takrib, 578 no: 3890; Telhisu’l-Habir, 1/55 “zayıf ve münkerdir.”
(65) İbn-i Hacer, Tehzib, 2/508
(66) a.g.e., 2/508
(67) a.g.e., 2/508
(68) Zehebi, Muğni, 2/573
(69) Hatib el-Bağdadi, Tarihu’l-Bağdad, 2/262
(70) a.g.e., 2/263
(71) İbn-i Hibban, Mecruhin, 2/204
(72) İbn-i Kesir, İhtisaru Ulumi’l-Hadis, 89
(73) Zehebi, Mizan, 2/416
(74) a.g.e., 3/52
(75) Zehebi, Mükiza, 83
(76) Kadı Iyad, Tertibu’l-Medarik, 1/282-545
(77) Mizzi, Tehzibu’l-Kemal, 3/1296-1297 ile 3/1190-1191
(78) Kevseri,Te’nib, 64 (Beyan-ı Telbisi’l-Müfteri’den naklen, 300)
(79) Buhari, Sahih, 3340; Müslim, Sahih, 320-322-326-327-329
(80) Şihabuddin Hafaci, Nesimu’r-Riyad, 3/398
(81) Hakim, Müstedrek, 2/615
(82) İbn-i Hacer, Lisan, 5/12 no: 4462
(83) İbn-i Hacer, Lisan, 1/209
(84) Kevseri, Te’nib, 91 (Beyan-ı Telbisi’l-Müfteri’den naklen, 183)
(85)Kevseri, Nüket, 172 (Beyan-ı Telbisi’l-Müfteri’den naklen, 178)
(86) Bakara, 37
(87) Araf, 23
(88) İbn-i Kesir, 1/238
(89) Şehristani, el-Milel ve’n-Nihal, 1/524
(90) Ebu Nuaym, Hılyetu’l-Evliya, 9/10

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İKİNDİ VE YATSI NAMAZININ SÜNNETİ HAKKINDA

ALİMİN - ALİ'NİN YÜZÜNE BAKMAK İBADETTİR RİVAYETLERİ HAKKINDA

İşlerinizi Şaşırdığınızda Kabir Ehlinden Yardım İsteyin Rivayeti