AFGANİSTAN ve TALİBAN

Yakın zamanda Kabil'e girerek yönetimi devralan ve hakkında bilen bilmeyen herkesin konuştuğu, sözümona bilenlerin %90'ının (bilmeyenlerinse tamamının) karaladığı, hakkında şüphe uyandırmaya çalıştığı bu insanlar kimdir, nedir ufaktan bir anlatmaya çalışayım.

Taliban'ın kurulmasına geçmeden önce, Afganistan'daki duruma bir bakalım;

1973'te Muhammed Davud Han, Afganistan Kralı Muhammed Zahir Şah'a darbe yaparak monarşiye son verdi ve Cumhuriyet ilan etti. Kendisinin içinden geldiği grup olan Afganistan Demokratik Halk Partisi başlangıçta komünist bir partiydi. 1967'de iki kanada ayrılmıştı. Davud Han başa geçince komünistleri yönetimden uzaklaştırmak için harekete geçti. Kendisini liderliğe taşıyan komünistlere yönelik baskı ve tutuklamalara girişti. Bu icraatları sebebiyle 1978'de ordudaki Marksist subaylar tarafından darbe yapıldı ve Davud Han ailesiyle beraber öldürüldü. (Bu olay "Sevr Devrimi" olarakta anılmaktadır) Yerine devlet başkanlığına geçen Nur Muhammed Tereki AHDP'nin Halk kanadındandı ve Parcham (bayrak) kanadına yönelik selefinin izinden giderek parti içindeki ayrılığı iyice genişletti. O da bir darbeyle indirilerek yerine Hafızullah Amin geldi. 1979'da Sovyetler Afganistan'a girerek Amin'i öldürdü ve yerine Parcham kanadının lideri Babrak Karmal'ı getirdiler. O da değiştirilip yerine Hacı Muhammed Çamkani getirildi ancak onu da çok durdurmayıp Muhammed Necibullah'ı getirdiler.

Ancak ülkede herkes Komünistlerden hoşnut değildi. Tacik kökenli Burhaneddin Rabbani'nin etrafında 1960'ların sonlarından itibaren İslamcı bir örgütlenme çıkmıştı. Kabil Üniversitesi Şer'i ilimler kısım hocalarından olan Rabbani, Mısır'da el-Ezher Üniversitesinde eğitim görmüştü ve İhvan-ı Muslimin'in fikirlerinden etkilenmekle birlikte Pakistan'da ki Mevdudi liderliğinde kurulmuş olan Cemaat-i İslami'yi de örnek alarak 1972'de Cemiyet-i İslami'yi kurmuştu.

Zahir Şah döneminde orduda görev alan bir albayın oğlu olan Tacik kökenli Ahmed Şah Mesud, Kabil Üniversitesi'nde eğitim aldığı dönemde Cemiyet-i İslami'de bulunmuş, Davud Han döneminde yaşadığı baskılar nedeniyle 1974'te Pakistan'a gitmişti.

Peştun kökenli Gulbeddin Hikmetyar öncülüğünde 1969'da Kabil Üniversitesi'ndeki 'Müslüman Gençlik' ismiyle kurulan örgütlenme 1975'te Hizbi İslami (İslami Grup) ismiyle daha kapsamlı bir örgüte dönüşmüştür. Hikmetyar da İhvan ve Pakistan'daki Cemaati İslami'yi teşkilatlanmada örnek almıştır.

1970'li yıllar boyunca Cemiyeti İslami ve Hizbi İslami aralarındaki bazı fikir ayrılıklarına rağmen dayanışma göstemiş genellikle Tacikler lideri Tacik Rabbani olan Cemiyeti İslami'ye, Peştunlar da lideri Peştun Hikmetyar olan Hizbi İslami'ye yönelmişlerdir.

Mayıs ayında hızlı bir şekilde yeni yönetimin (Necibullah hükümeti) İslami uygulamaların her türlüsüne savaş açması üzerine ayaklanmalar başladı. İlk isyan, yaklaşık 80 sene önce Müslüman olup Afganistan'ın en dindar bölgesi haline gelen Nuristan'da çıktı. İsa Nuristani tarafından yönetilen halk isyanının benzerleri daha sonra ülke geneline yayıldı. Ayrıca bu süreçte Celaleddin Hakkani de 1970'li yılların başından itibaren yönetim tarafından hedef alınmış ve hükümet karşıtı direnişe başlayan ilk isimlerden olmuştur.

Böylece Nisan-Mayıs 1978'de darbe ve halk isyanıyla Afganistan'da savaş başlamış oldu.

İsyan başlamadan önce Komünist olmayanlara yönelik toplu idam ve infazlara başlamış bulunan Komünist rejim isyanla beraber katliamlarını artırdı. İsyanın yayılması karşısında rejimin aciz kalmasını lehine çevirmeye çalışan Sovyetler Birliği 1978'den itibaren Afganistan'ın bazı kritik noktalarını kontrole başladı. Afgan Ordusu fiilen Sovyet generallerin kontrolüne girdi. Sovyet savaş uçakları ve pilotları görünüşte Afganistan'daki Komünist rejime verilerek Afganistan'ı bombalamaya başladı

Sovyetler Birliği bu işgali Afganistan yönetiminin kendilerini daveti olarak yansıtsa da bu iddia kabul görmedi.

Afganistan'ın stratejik öneminden dolayı Sovyetler Birliği'ni tehdit olarak gören ülkelerin tümü bu işgali kendilerine tehdit olarak addetmişlerdir. Sovyetler Birliği'nin Afganistan'ı ele geçirmesi durumunda yeni komşusu Pakistan'ı da istila edip Hint Okyanusu'na çıkması dünyanın tüm dengelerini değiştireceğinden engellenmek istenmiştir.

Sovyetler Birliği Afganistan'ı işgal ederken gerçekten de kısıtlı bir askeri harekat izlememiş, neredeyse tüm askeri gücünü bölgeye yığmıştır. Buna sebep olarak Sovyetlerin bölgede ciddi bir direniş beklememesi, Afganistan'ı Hint Okyanusu'na inmek için bir askeri merkez olarak kullanmayı düşünmesi gösterilmektedir.

Sovyetler Birliği Pakistan'ı da ele geçirmeyi başarırsa Asya Kıtası'nı tamamen böleceğinden, Arap ülkelerinin denizden petrol ihraç rotasını da denetimine alabileceğinden bu işgalin Soğuk Savaş'ta Sovyetler Birliği lehine büyük bir değişime sebep olabileceği düşünülüyordu.

ABD ve Suudi Arabistan bu hesapları yaparken Pakistan kendisini Sovyetler Birliği'nin doğrudan işgal tehdidi altında görüyordu. Çin de Sovyetler Birliği'nin bu işgalinden rahatsızdı ve diğerleri kadar olmasa da bunu bir tehdit olarak görüyordu.

Pakistan'da 1977'de darbeyle iktidara gelen General Ziya-ul Hak'ın İslamcı bir siyaset gütmesi de Pakistan'ın Afganistan işgaline karşı tutumunu pekiştirdi. Savaş boyunca Pakistan ülkesini işgale ve rejime karşı savaşan Afgan gruplara, Afganistan'a diğer ülkelerden savaşmaya veya yardım faaliyetlerine katılmak isteyenlere açtı. Zaman zaman Pakistan askerleri Sovyet ve rejim ordusuyla sınırda çatıştı.

ABD ve Suudi Arabistan ise "PAKİSTAN ÜZERİNDEN" bazı Afgan gruplara maddi destek ve silah sağladılar. ABD ve Suudi Arabistan'ın Sovyet işgaline karşı mücadelede Afgan gruplara desteğinin kapsamı tartışma konusudur. Zira; iki devletin" ne derecede yardım ettiği", "Afganistan'a gitmek isteyen yabancı savaşçılara sadece müsaade ile mi yetindiği", "yoksa silah ve para mı verdiği, verdi ise ne kadar verdiği, o dönemde Afgan grupları ne derecede radikaller ve ılımlılar olarak böldüğü gibi meselelerde halen süren değerlendirme farkları ve tartışmalar vardır."

Her ne kadar "oyun böyük yeeeenim" veya "arhasında Amariga var" tarzı bir bilgi ve zekaya sahip kimseler her şeyi çözmüş olsa da, Rambo filmleri dışında ABD'nin Sovyetlere karşı savaşan bu "mücahit" gruplara asker gönderdiği, "kendisinin kurdurduğu" gibi iddiaları destekleyen bir belge yok ortada. Verilen destek ise yukarıda da dediğim gibi savaşmak isteyenlere yol verilmesi, oraya giden maddi yardımların engellenmemesi, Sovyetler aleyhindeki propagandaya izin vermesi, radikal sesleri susturmamasıdır. Gelen silahlar yine denildiği gibi Pakistan, S. Arabistan'dan gelmekle birlikte Yemen, İran, Mısır gibi ülkelerden de silah gönderilmiş veya "satın alınmıştır".

Sovyetler ile savaşan "mücahit" gruplar;

1) Hizb-i İslami (Gulbeddin Hikmetyar)

2) Hizb-i İslami (Yunus Halis)

3) Cemiyet-i İslami (Burhaneddin Rabbani)

4) Şura-i Nazar (Ahmed Şah Mesud)

5) İttihad-i İslami (Abdurrabburrasul Seyyaf) 

6) Cephe-i Necat-i Milli (Sıbgatullah Müceddidi)

7) Hareketi İnkılabi İslami (Muhammed Nebi Muhammedi)

Hikmetyar'ın Hizb-i İslami'si (İslami Grup) ve Rabbani'nin (1940-2011) Cemiyet-i İslami'si (İslami Cemiyet) en büyük iki grup sayılıyor, ilkinde Peştular, ikincisinde Tacikler ağır basıyordu.

Savaş döneminde bu iki grubun dış bağlantılarının fazlalığı de grupların öne çıkmasını sağladı. Ülkeye gelen gazeteciler, aktivistler ve yabancı savaşçılar bu iki grubun üzerinden etkinlikte bulunuyordu. Bu durumda, iki grubun Pakistan sınır kesiminde faal olması da rol oynadı.

Yani ortada henüz "TALİBAN DİYE BİR ŞEY YOKTU"

Afganistan'ın güneyinde Sovyetler'e karşı oldukça şiddetli bir savaş veren Hareketi İnkılabi İslami gibi gruplar ise medya odağından uzakta kaldı.

1980'li yıllarda Türkiye'deki ve Avrupa'daki Türk diasporasındaki İslamcılar arasında Afganistan denildiğinde ilk akla gelen isim Gulbeddin Hikmetyar'dı.








Yunus Halis'in (1919-2006) Hizbi İslami'si Hikmetyar'ınkinden ayrı bir oluşumdu. Ağırlıklı olarak Pakistan sınırında, en çok da Kabil ile Pakistan arasındaki bölgelerde savaşıyordu.

1995'te Taliban ile çalışmaya başlayacak olan ünlü komutan Celaleddin Hakkani'nin (1939-2018) Sovyet işgali yıllarında bu grup altında savaştığı belirtilmektedir. Grupta en çok Peştunlar bulunmaktaydı.

1994'te kurulacak olan Taliban Hareketi lideri Molla Muhammed Ömer ve Taliban kadrolarındaki bazı isimler ise Hareketi İnkılabi İslami bünyesinde faaldiler.

Savaş esnasında Cemiyeti İslami'den ayrılıp kendi silahlı gücü olan Şura-i Nazar'ı (Gözetim Konseyi) kuran Ahmed Şah Mesud daha çok Kabil'in kuzeyindeki memleketi, doğal yapısı itibariyle çok korunaklı, gerilla savaşına çok müsait Pencşir Vadisi'nde faaliyet gösteriyordu.

Seyyaf'ın İttihadi İslami'si (İslami Birlik) de etkin yapılardandı.

Gençliğinde Kabil Üniversitesi'nde Hikmetyar ve Rabbani ile de ilişkileri olan Seyyaf'ın iyi Arapça bilmesi ve Arap ülkelerindeki bağları nedeniyle Afganistan'daki karşılığının çok daha üzerinde bir yurtdışı tanınırlığa ve desteğe sahipti. Suudi Arabistan ile ilişkileri olan grupta en çok Peştunlar bulunmaktaydı.

Sıbgatullah Müceddidi'nin Cephe-i Necat-i Milli'si (Milli Kurtuluş Cephesi) Müceddidi tarafından Pakistan'ın Peşaver şehrinde kurulmuş olup askeri varlığıyla değil siyasi ağırlığıyla dikkat çekmekteydi.

Muhammed Hüseyin Cemilurrahman ismindeki eski bir Hizbi İslami üyesi savaş esnasında memleketi dağlık Kunar İli'nde 'Cemaatu-d Da've' (Davet Cemaati) isminde kendi grubunu kurmuştu. Cemilurrahman Kunar kırsalına hakim olmuş, yurt dışından maddi destek görmüş, 1988'de Sovyetlerin ve Komünist rejimin çekilmesiyle Kunar İli'ni tamamen ele geçirmişti.

Cemilurrahman 1991'de Kunar'da bağımsız bir devlet olan "Kunar İslam Emirliği" ilanında bulunmuş, bunun üzerine Hizbi İslami'nin saldırısına uğramıştı. Yenilip teslim olan Cemilurrahman Peşaver'e yerleşmiş, 30 Ağustos 1991'de Peşaver'de bir Mısırlı tarafından öldürülmüştür.

Sovyetler Birliği'nin Afganistan'ı işgali üzerine dağlık ve korunaklı, Komünist rejime karşı isyanın ilk çıktığı yer olan ve halkı çok dindar olarak bilinen Nuristan İli'nde yerel bir tanınmış molla olan Muhammed Efdal Bergmetali öncülüğünde 1980'de' Afganistan İslam Devrimi Devleti' ismiyle bir devlet ilanı yapılmış ve grup kurulmuştu.

Bu grup Nuristan'ın coğrafi avantajlarından istifadeyle Nuristan'ın bazı bölgelerine rejim ve Sovyet askerlerini hiç sokmamayı başarmış, ilerleyen yıllarda da diğer Afgan gruplarla çatışmamaya dikkat etmiş, Nuristan dışına çıkmamıştı.

Taliban Hareketi'nin ortaya çıkmasıyla bu devletin/grubun başındaki Molla Efdal tüm grupla Taliban'a bağlanmış, Nuristan'ı Taliban'a teslim etmişti. Molla Efdal'in Nuristan'a hakim ve burada en sevilen isim olarak Taliban'a katılması ABD işgali sonrasında da Nuristan'ın Taliban'ın en güçlü olduğu illerden birisi olmasını sağlamıştı.

Badahşan'da de bu dönemde dağlık arazilerde Molla Şariki önderliğinde bir grup ve emirlik kurma çalışmaları yapılmış, Badahşan'ın coğrafi yapısından da istifadeyle Sovyet ve rejim askerlerine karşı gerilla savaşı verilmiştir.

Bu bölgelerde daha çok Ehli Hadis anlayıştaki söz konusu yapılar, ilerleyen dönemde büyük çoğunlukla Taliban bünyesine dahil olmuşlardır.

Türkiye'de diğer İslam ülkelerinde olduğu gibi bu savaşta hem mülteciler hem de savaşçılar için yardım kampanyaları yapılmıştı. Türk Müslümanlarından da "Afgan Cihadı"na katılmak ve destek vermek üzere bölgeye gidenler olmuştur.

Bu kişilerin ilklerinden biri Bilal Yaldızcı'dır. Yaldızcı çok genç yaşta savaşa katılmak üzere yola çıkmış ve Afganistan'da Sovyet Ordusu ve Komünist Afgan rejimi ile savaşırken hayatını kaybetmişti.

Türkiye'den giden bir diğer bilinen isim ise Adalet Bakanı Abdülhamit Gül'ün dedesi olan Molla Muhammed Emin Er'dir. Bu savaşta Pakistan'ı ziyaret etmiş, ilerlemiş yaşına rağmen savaşçılarla beraber Afganistan'ın içine dahil olmuş ve çatışmalara şahit olmuştu.

Yine bu Sovyet savaşı sırasında Cahit Zarifoğlu'nun teşvikiyle şair Erdem Bayazıt ve birkaç arkadaşı Afganistan'a gitmiş, mücahitlerin içine karışmış röportajlar yapmış ve orada şahit olduklarını "İpek Yolundan Afganistan'a" kitabını yazarak anlatmıştır.

Sovyetler Birliği'nin çekilmesinin ardından Komünist rejimi kolayca yıkabileceklerini hesaplayan Afgan grupları yeni döneme siyasi olarak hazırlanmaya itti. 1987'de Sovyetler Birliği'nin çekilmeye dair daha resmi ve ayrıntılı bir ilan yapması üzerine  Peşaver'de toplanan 7 Afgan grup geleceğe dair görüşmelere başladılar. Devlete sahip olma imkanı ilk kez belirdiğinden Peştu-Tacik rekabeti başta olmak üzere gruplar derin görüş ayrılığı ve menfaat çekişmeleri içinde bulunduklarını gördüler. 

Her şeye rağmen 7 grup 1988'de Peşaver'de 'Afganistan Mücahitlerinin İslami Birliği' isminde ittifak kurduklarını açıkladılar.

15 Mayıs 1988'de başlayan çekilme süreci 15 Şubat 1989'da sona erdi. Sovyetler Birliği Komünist rejimin ordusuna dev miktarda silah ve mühimmat bıraktı, çekilmenin ardından bu rejime Sovyetler Birliği'nin askeri ve ekonomik desteği yoğun biçimde sürdü ve rejimin ayakta kalmasını sağladı.

Sovyetler Birliği'nin çekilmesinin ardından Mart 1989'da Afgan gruplar Kabil'in yanıbaşında bulunan Celalabad şehrini ele geçirmek üzere ortak bir saldırı düzenlediler. Temmuz ayına kadar bölgede yoğun bir savaş sürdü. Celalabad Afgan gruplarca Sovyetlerin Komünist rejime yönelik yoğun desteği ve halen uzmanlarını sahada bulundurması nedeniyle alınamadı. Fakat bu savaş, rejimin gruplar karşısında büyük şehirlerin hakimiyetini korumada bile çok zorlanacağını ortaya koydu.

Yönetimi yakında devralacaklarının ufukta görünmesi üzerinden rekabetle 1990'da Afgan grupların birbirleriyle çekişmeleri en açık bir şekilde ortaya çıktı. 1987-89'da başta Hikmetyar-Mesud güçlerinin çatışmaları olmak üzere sahada zaman zaman gruplar birbirleriyle çatışmaktaydılar.

Fakat 1990'da Hikmetyar-Mesud güçleri başta olmak üzere Afgan gruplarının birbirleriyle çatışmaları daimi bir savaş halini almaya, bu grupların gelecekte Afganistan'ı huzur içinde yönetebileceklerine dair umutları yok etmeye başladı.

Bu çatışmalar ve çatışmayan grupların da birbirinden endişeyle tüm gücünü Kabil'deki Komünist rejime karşı savaşa vermemesi, Komünist rejimin yıkılmasını yavaşlattı.

Diğer taraftan Necibullah da iktidarda kalabilmek için imaj değişimi yapıyordu. Başa geldiğinden beri kendisinden önceki üç komünist liderden farklı olarak dini konularda halka daha yakın bir hitap geliştiren Necibullah 1989'da Komünizm'in Doğu Bloku ülkelerinde krize girmesinin ardından 1990'da yeni bir anayasa oluşturarak 1978'de anayasadan çıkarılan devletin dininin İslam olduğuna dair maddeyi yeniden anayasaya ekledi. Anayasadan Komünizm'e referans verilen tüm ifadeler çıkarıldı. Konuşmalarına İslami ifadelerle başlar oldu. Fakat Necibullah döneminde de rejim ordusunca halka yönelik katliamlar devam etti.

Necibullah bu dönemde askeri ve siyasi stratejisini de değiştirdi. Elde tutmakta zorlandığı kırsal bölgelerde merkezi askeri güç bulundurma fikrinden vazgeçti. Bunun yerine merkezi gücün silah ve imkanlarını yerel milis gruplara pay etti. Bu sayede Komünist hükümetle irtibatlı çeteler, milis gruplar ve suç örgütleri ortaya çıktı. Bu durum Afganistan'da kaosu daha da derinleştirdi.

1991'de rejim iyice zayıflamaya, Afgan gruplar stratejik noktaları ele geçirmeye başladı. 1991 Yazı'nda Sovyetler Birliği'nin yaşadığı darbe girişimiyle düştüğü karmaşa ve dağılma süreci, Kabil rejimine yardımlarını hemen hemen tamamen bitirdi.

Aralık 1991'de Sovyetler Birliği'nin resmen feshedilmesiyle Kabil rejimi Afgan gruplarla baş başa kaldı. 

Fakat Necibullah yeni bir girişimde bulunarak Ocak 1992'de Sovyetler Birliği'nden yeni bağımsızlığını kazanan Orta Asya Cumhuriyetleri yöneticilerine çağrıda bulundu. Necibullah, kendi rejimi yıkıldığı takdirde Afganistan'ın İslamcıların kalesi haline geleceğini ve bu cumhuriyetlerin halklarını da etkileyeceğini vurguladı. Bu ülkelerden yardım istedi, toplamda 500 bin ton buğday ve 6 milyon varil petrol almayı başardı.

Afgan grupların başkente yaklaştığı, rejimin kaynaklarının tükendiği bir esnada 18 Mart 1992'de Necibullah yerini geçici bir hükümete bırakabileceğini açıkladı. Ertesi gün rejimin yolun sonuna geldiğini düşünen, savaş boyunca Sovyetlerin desteğiyle rejim için savaşan Özbek savaş ağası Raşid Dostum (1954-) rejimden koptuğunu ve 'Cünbüş-i Milli İslami Afganistan'ı (Afganistan Milli İslami Hareketi) kurduğunu ilan etti.

Daha sonra bu kopuş öncesinde Dostum ile Mesud'un gizli görüşme ve pazarlıklar gerçekleştirdiği ortaya çıktı. Bu durum Hikmetyar tarafından sert şekilde eleştirildi. Çünkü Afgan gruplar kendi aralarında anlaşmış ve rejimle görüşülmemesi, pazarlık yapılmaması kararına varmıştı. Durum mevcut gerilimleri tırmandırdı.

Nisan başında Kabil'i almak için Hikmetyar ile Rabbani'nin desteklediği Mesud-Dostum ittifakı yarışmaktaydı. Şii güçler de Rabbani-Dostum-Mesud İttifakı'na destek vermekteydi. Hikmetyar Kabil'e güneyden, diğer ittifak ise ağırlıklı olarak kuzeyden saldırmaktaydı. 

14 Nisan 1992'de Bagram Hava Üssü, 17 Nisan 1992'de Kabil Havaalanı Dostum-Mesud güçlerince ele geçirildi. Hikmetyar güçleri de şehrin güneyinde ilerlemekteydi. Kaçma imkanı kalmayan Necibullah Kabil'deki BM üssüne sığındı.

Afganistan'da 14 yıllık rejim tarihe karışırken 24-27 Nisan 1992'de Kabil'de birbirleriyle karşılaşan Hikmetyar ve Mesud-Dostum güçleri savaşmaya başladı. Aynı esnada Pakistan'ın Peşaver şehrinde Afgan gruplar Afganistan'ın yeni dönemde yönetiminin paylaşılmasına dair toplantı yapmaktaydı. Toplantı öncesinde Mart 1992'de Hikmetyar grupların koalisyonu tarzı bir yönetime karşı olduğunu, Rabbani ve Mesud başta olmak üzere bazı liderlerin Hizb-i İslami'ye sahadaki ağırlığına göre yönetimde oldukça az yer vermeyi planladıklarını belirterek toplantıyı boykot etti.

Yine bu süreçte İran destekli Şii grupların da yeni yönetimde, sahadaki etkinliklerinden çok daha fazla bir talepte bulunması krize sebep oldu.

24-26 Nisan 1992'de Peşaver'de yapılan toplantının sonuç bildirisine göre Afganistan bir İslam Cumhuriyeti olacaktı. Cumhurbaşkanlığına geniş, başbakanlığa ise sembolik yetkiler veriliyordu. Cumhurbaşkanı geçici süre Sıbgatullah Müceddidi, daha sonra Burhaneddin Rabbani olacaktı. Başbakanlık Hizb-i İslami'ye bırakılıyor, diğer makamlar da gruplar ve liderler arasında dağıtılıyordu.

Mayıs 1992'ye girilirken 24-27 Nisan çatışmalarının ardından başkent büyük ölçüde Mesud-Dostum kontrolündeydi. Hikmetyar şehrin güneyini, Hizb-i Vahdet şehrin batısındaki Şii mahalleleri elinde tutuyordu. Başkentte Seyyaf'a bağlı güçler de bulunuyordu. Kabil'de Seyyaf grubu ile Hizbi Vahdet arasında da çatışmalar yaşandı. Bu çatışmalar Suudi Arabistan-İran rekabetinin bir yansıması olarak görüldü.

Hikmetyar koalisyon hükümetinin tamamen dışındaydı. Hikmetyar Rabbani, Mesud ve rejimden yeni kopan Dostum'u Kabil'de darbe yapmakla, gaspçılıkla suçlamakta, diğer taraf da tavize yanaşmamaktaydı. Bu gerilimde açıkça dile getirilmese de arka planda Peştu-Tacik rekabetinin de yer aldığı belirtilmekteydi.

Mayıs 1992'de Hizb-i İslami güçleri hakim oldukları güneydeki tepelerden şehri bombalamaya başladı. Dostum ve Mesud güçleri de Hizb-i İslami kontrolündeki kesimleri bombardımana tuttu. İki taraf da halkı değil düşman askeri güçleri hedef aldıklarını söyleseler de bombardımanlardan Kabil halkı ağır zarar gördü. Sivil yaşam alanları tahrip olurken binlerce sivil de hayatını kaybetti.

25 Mayıs 1992'de Hikmetyar başbakanlığı kabul ettiğini, savaşın bitmesini istediğini belirtti. Fakat Hikmetyar güçlerinin Müceddidi'nin uçağını hedef aldıkları iddia edilerek bu teklifi kabul edilmedi, savaş devam etti. İlerleyen aylarda da Kabil'de çatışma ve özellikle bombardımanlar sürdü.

Şubat 1993'te Mesud güçleri ile Batı Kabil'deki Şii Hizb-i Vahdet güçleri arasında şiddetli bir savaş yaşandı.


İslam Dünyası'ndan gelen yoğun tepkiler üzerine gruplar arasında Mart 1993'te barış görüşmeleri başladı. Mayıs 1993'te imzalanan antlaşmayla Kabil'de savaş bitti. Hikmetyar Kabil'e gelip başbakan oldu. Bununla beraber eski rejimin yıkılıp yeni rejimin başkentte savaşması nedeniyle taşrada ortaya çıkan kargaşa giderilemedi.

Mayıs 1993-Ocak 1994'te Kabil'de zahiren bir barış olsa da siyasette büyük bir rekabet yaşandı, düşmanlıklar daha da körüklendi. Ocak 1994'te Kabil'de savaş bu kez öncekinden de şiddetli bir biçimde başladı. Bu kez Dostum ve Hizb-i Vahdet de Mesud karşıtlığı ortak paydasında Hikmetyar ile birlikte hareket etmekteydi. Kabil'i yerle bir eden bu savaş Kabil dışındaki Afganistan'ı da otoritesiz, kargaşa içinde bir ülke haline getirdi.

Afganistan'da yaşanan bu gelişmeler, Sovyetler Birliği'ne ve Komünist rejime karşı savaşında Afgan halkına ve gruplara maddi ve manevi büyük destek veren, Afganistan'da adil bir İslam devleti kurulacağına dair ümitler taşıyan diğer ülkelerdeki İslami hareketler için büyük bir hayal kırıklığı oldu.

Grupların baştan beri kavmiyetçilik güttüğü, ilkeler etrafında değil işgalcilere ve darbecilere savaş ekseninde birleştikleri için bu faktörler ortadan kalktığında birbirlerine düştükleri tespitleri yapıldı.

Afganistan'ın ikinci büyük şehri Kandahar, 1994 itibariyle otorite boşluğundan büyük bir kargaşa içerisindeydi. Diğer bölgelerde olduğu gibi burada da silahlı gruplar halka karşı ağır suçlar işlemekteydi. Buna tepki olarak ortaya çıkan Taliban (Talebeler) Hareketi Ağustos-Eylül 1994'te Kandahar'da otorite kurdu.

Hareketin lideri Molla Ömer'in (1960-2013) 1950'li yıllarda doğduğuna dair de muhtelif rivayetler bulunmakla birlikte 2015'te Taliban tarafından yayınlanan biyografisine göre Molla Ömer Gilzay Peştularına mensup bir ailede 1960'ta Kandahar'da doğmuştu. Aldığı yerel medrese eğitimlerinin ardından Pakistan'ın Peşaver şehrindeki Diyobendi Ekolü'ne ait Hakkaniye Üniversitesi'nde okumuştu. Ardından Muhammed Nebi Muhammedi'nin grubunda Sovyet işgalcilere karşı savaşmış, 1987'de savaşta bir gözünü kaybetmişti. Arapça konuşabildiği için Abdullah Azzam gibi bölgeye gelen ünlü Arap isimlerle de görüşmüştü.

Sovyetlere karşı savaş sırasında Kandahar'da askeri açıdan birçok cepheyi komuta eden ve savaşlarda aktif rol oynayan Molla Ömer, Sovyetler Birliği'nin çekilmesi ve Afgan grupların birbirine düşmesiyle savaşa ara verdi. Bölgede Diyobend medrese ekolünden gelen diğer isimler de savaşa dahil olmayarak eğitim süreçlerini sürdürdü.

Savaşın ardından Kabil'deki mücadelelere karışmayan Molla Ömer Kandahar'da diğer hoca arkadaşlarıyla beraber medreseler açarak geniş kitlelere yönelik ilmi faaliyetlerle meşgul olmuştu. Ağustos 1994'te Kandahar'da da Afganistan'ın kalanında olduğu gibi çeteleşme, soygun, cinayet, tecavüz gibi suçlar arttığından Molla Ömer talebelerine şehri suçtan temizlemeleri için harekete geçmelerini emretti. İlk olarak bir çete lideri tarafından kaçırılıp tecavüz edilip alıkonan iki kız kurtarıldı ve çete lideri idam edildi, halkın çağrısı ve işbirliğiyle benzeri suçlarla Kandahar genelinde mücadele edilmeye çalışıldı.

Alınan başarılı sonuçlar üzerine Kandahar'ın ileri gelenleri Molla Ömer'den "disiplinli ve dürüst"  talebeleriyle şehri yönetmesini istediler. Yüzlerce kabile lideri ve İslam alimi Molla Ömer'i yönetici olarak seçti. Böylece Eylül 1994 itibariyle savaşsız olarak Kandahar Taliban'ın (Talebeler) yönetimine geçti.

Benzeri durumdaki çevre bölgelerin davetiyle hemen hemen savaşsız olarak Taliban tüm Güney Afganistan'ı kontrole başladı. Taliban kontrolüne giren bölgelerde kargaşanın, halka yönelik suçların sona ermesiyle Kabil'de savaş sürerken 1995'te Batı Afganistan'daki tarihi ve stratejik önemdeki Herat şehri Taliban'ı davet etti.

Herat'ın Taliban kontrolüne girmesiyle Afganistan'dan İran'a açılan yollar da Taliban denetimine girdi. Bu gelişme üzerine 1995'te Taliban ile Şii Hizb-i Vahdet milisleri çatışmaya başladı. Hizb-i Vahdet lideri Abdulali Mezari bu süreçte Taliban tarafından öldürüldü.

Diğer taraftan 1995'te Taliban Kabil kapılarına kadar dayandı. Taliban ani bir ilerleme kaydederken Afgan gruplar kendi aralarında çatışmayı sürdürüyordu.

Taliban'ın ilerlemesiyle Taliban'ın ülkeye istikrar ve İslami bir idare getireceğine ikna olan Yunus Halis, Celaleddin Hakkani, Nuristanlı Molla Efdal gibi liderler de ellerindeki güçlerle beraber Taliban'a katıldılar. 1996'ya gelindiğinde Taliban Kabil'e yöneldiğinden Kabil ve çevresinde savaşan gruplar birbirleriyle savaşı keserek Taliban'ın Kabil'e girmesini engelleme kararı aldılar. Bununla beraber grupların çatışmaları tam olarak kesilmedi. Raşid Dostum ülkenin kuzeyini ele geçirmeye yönelerek hükümet güçlerini Mezar-ı Şerif gibi bölgelerden çıkararak kuzeyde kendi fiili bağımsız devletini kurmaya yöneldi.

Nisan 1996'da toplanan ve Taliban'ı da aşan geniş bir şura Molla Ömer'i resmen 'Afganistan İslam Emirliği' lideri ilan etti. Taliban aynı dönemde hem Kabil'e girmeye çalışmakta hem de ülkenin orta kesiminde İran tarafından desteklenen Şii milislerle çatışmaktaydı. Bu dönemde Taliban, 1996-2001 arasında kendisine devlet tecrübesi kazandıracak bir sürece girmiş oldu.

Taliban Kabil'e ilerlerken, Mesud-Rabbani-Hikmetyar arasındaki anlaşmazlıklardan da yararlandı. Birbiriyle çatışan bu taraflar Taliban ile ittifak için girişimlerde de bulundu. Ayrıca rakiplerini Taliban'ın saf dışı bırakması için bazı çekilme hamleleri de yaptılar. Bu başarısız hamleler Taliban'ın ilerleyişini hızlandırdı.

Mayıs 1996'da uğruna dört yıldır savaştıkları iktidarın elden gitmekte olduğuna kanaat getiren Hikmetyar ve Rabbani anlaştı. Hikmetyar başbakan olarak yeniden Kabil'de göreve başladı. Fakat gittikçe güçlenen Taliban birbirlerinin tüm gücünü tüketen Hikmetyar-Rabbani-Mesud güçlerini yenerek Eylül 1996'da diğer grupların savaşıyla 1992-1995 döneminde harabeye dönen başkent Kabil'i ele geçirdi. Kabil'de BM merkezine sığınan Necibullah da yakalanarak idam edildi.

Bu gelişme üzerine geçmişte tabanının olduğu bölgeleri Taliban'a kaybeden Hikmetyar savaşmama ve Afganistan'ı terk kararı alarak İran'a yerleşti. Ahmed Şah Mesud Kabil'in kuzeyindeki stratejik Pencşir Vadisi'ne konuşlandı. Kuzeyde gücünü artıran Raşid Dostum ile Rabbani ve Mesud öncülüğünde Taliban'a karşı savaşmak üzere Kuzey İttifakı kuruldu. Seyyaf da bu ittifaka dahil oldu.

Kuzey İttifakı'nı desteklemede baştan itibaren İran, Rusya ve Hindistan ittifak kurdular. Afganistan'dan ülkelerine İslamcılık tesirinden korkan Orta Asya cumhuriyetleri ve özellikle de Özbekistan bu ittifaka destek verdi. Türkiye de Dostum'a destek sağlayacaktı.

Ekim ayında Kabil'e yönelik saldırıları püskürten Taliban karşı taarruza geçerek ilerleyen aylarda Kabil'in kuzeyindeki stratejik Bagram Hava Üssü'nü ve daha ilerisini ele geçirdi. Pencşir Vadisi'nin kapılarına ulaştı. Afganistan'ın orta bölgelerini de Şii Hizb-i Vahdet'ten ele geçiren Taliban 1996 sonunda ülkenin kuzeyi hariç tüm kesimlerine hakimdi.

Ülkenin çoğunu ve başkenti ele geçirmesinin ardından Taliban'ı Pakistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan Afganistan'ın yönetimi olarak tanırlarken diğer ülkeler Kuzey İttifakı'nı ülkenin yönetimi olarak tanımaya devam ettiler.

2001 yılında ABD işgal için ülkeye ayak bastığında da hükümeti Kuzey İttifakı çoğunluklu olarak kurdu.

1980'li yıllarda Pakistan ve Afganistan'a akın eden, binlerce hatta on binlerce olduğu tahmin edilen Araplar başta olmak üzere gönüllü savaşçıların, yardım gönüllülerinin sayısı Sovyetler Birliği'nin Afganistan'dan çekildiği 1989'dan itibaren inişe geçmişti.

Nisan 1992'de Kabil'deki rejimin yıkılıp şehrin Afgan grupların eline geçmesiyle bu sayı daha da azalmaya başladı. Pek çok gönüllü ülkelerine döndü veya aynı dönemde başlayan savaşlara katılmak üzere Bosna, Çeçenistan, Cezayir, Tacikistan gibi başka coğrafyalara yöneldi. 

Afganistan'da kalan az sayıdaki yabancı gönüllüler yeni dönemde askeri kamplarına çekilerek askeri ve fikri eğitimlerine devam edip gruplar arası savaşa katılmama, katılacak yabancı gönüllüler olursa onları uyarıp bu savaştan çekme kararı aldılar. Bu süreçte Afganistan'ta farklı milletlerden çok sayıda grubun eğitim kampları bulunuyordu. Bu eğitim kamplarında gruplar gerek kendi ülkelerinde, gerekse küresel ölçekte yeni bir askeri mücadele döneminin hazırlığını yapıyorlardı. Taliban öncesinde yabancı savaşçılar daha çok Hikmetyar'ın ve Yunus Halis'in, kısmen de Rabbani'nin kontrolündeki alanlarda faallerdi. Ayrıca Afganistan'da fiilen kimsenin kontrol etmediği izole bölgeler de eğitim kamplarına ev sahipliği yapıyordu.

1996'ya kadar Taliban'ın ilerlemesine kayıtsız kalan bu gönüllüler bu tarihten itibaren Taliban'ı destekleme kararı aldılar.

1980'li yıllarda Afganistan Savaşı'nda Ebu Abdullah künyesiyle ünlenen Usame bin Ladin 1989'da Suudi Arabistan'a dönmüştü. 1990-91 Körfez Krizi ve Savaşı'nda Suudi Arabistan'ın ABD askerlerini ülkesine çağırmasına şiddetle karşı çıkan bin Ladin 1991'de tekrar Afganistan'a gelmiş, 1992'de ise o dönem İslami bir devrim yaptığını ve devlet kurduğunu belirten Sudan'a yerleşmişti.

1992-1996 döneminde Sudan Devleti'yle beraber Sudan'da ortak faaliyetler yürüten bin Ladin, buradan Suudi Devleti'ne muhalif tavrını ve yayınlarını sürdürmüş, 1994'te Suudi vatandaşlığı iptal edilmiş ve Suudi Devleti'nce Sudan'dan iadesi istenmeye başlamıştı. Sudan'ın değişen siyasetiyle bin Ladin'e ülkeden ayrılması konusunda baskı yapması üzerine Mayıs 1996'da Afganistan'a geçmişti.

Afganistan'da Usame bin Ladin'in Molla Ömer liderliğindeki Taliban'ı desteklemesi Arap gönüllülerin de Taliban'ı desteklemesine neden olmuştu. Bu süreçle beraber ilerleyen yıllara dek uzanacak bir El Kaide-Taliban birlikteliği başlayacaktı.

Taliban idaresinde Usame bin Ladin'in El Kaidesi başta olmak üzere Arap ülkelerinden, Orta Asya'dan ve Doğu Türkistan'dan pek çok yabancı gönüllü Afganistan'da yeniden yapılanan kamplarda eğitilecekti.

Mayıs 1997'de Raşid Dostum'un merkez edindiği Mezar-ı Şerif'te Dostum aleyhine şiddetli bir isyan başladı. Dostum gibi Özbek olan, Dostum'un daha önce general ilan ettiği yakın adamı Abdulmelik Pehlivan Dostum'u zalimlik, katillik, hırsızlık gibi suçlarla suçlayarak Dostum'a isyan etti ve Taliban'ı şehre davet etti. Taliban bu fırsatı değerlendirerek güçlerini Mezar-ı Şerif'e doğru harekete geçirdi. 

Dostum Türkiye'ye kaçarken Taliban ve Pehlivan Mezar-ı Şerif'te yönetimi ele aldı. Fakat Dostum'u Mezar-ı Şerif'ten çıkarmada Taliban'dan faydalanan Pehlivan bu kez Taliban'ı Mezar-ı Şerif'ten çıkarıp şehre tek başına hakim olmak istedi. Kuzey İttifakı'na katıldığını açıklayan Pehlivan'ın güçleri ani bir saldırıyla Taliban'ı Mezar-ı Şerif'ten çıkardı. Eylül 1997'de Raşid Dostum Afganistan'a geri döndü. Türkiye'yi kendisine destek olmamakla suçlayan Dostum Rusya, İran ve Özbekistan'ın desteğiyle yeniden Mezar-ı Şerif'i ele geçirdi, Pehlivan anlaşmalı olarak İran'a sığındı.

1998'de yeniden taarruza geçen Taliban önce Hizb-i Vahdet'in elinde kalan son toprakları sonra da Ağustos 1998'de Mezar-ı Şerif'i ele geçirdi, Raşid Dostum yeniden Türkiye'ye kaçtı. Taliban Afganistan'ın kuzey sınırlarına ulaştı ve Orta Asya'ya dayanmış oldu. Daha sonra doğuya yönelen Taliban Kunduz şehrini de ele geçirerek Kuzey İttifakı'nı ülkenin kuzeydoğusuna sıkıştırdı. Böylece ülkenin yüzde 90'ından fazlası Taliban denetimine girmiş oldu.

Taliban 1998'de diplomatik atağa geçerek Afganistan'ın meşru yöneticisi olduğuna dair tanınma için ülkelerle ilişki kurma çabasına girdi. Afganistan'ın meşru yöneticisi olarak tanınmak üzere Birleşmiş Milletler'e üyeliğe de başvurduysa da daha sonra bu üyeliğin BM üyeliğinin şartlarında yer alan İslam'a aykırı kanunları kabul ve uygulama içerdiğini öğrendikleri gerekçesiyle bu başvuruyu geri çekti. Bu üyelik olmaksızın tanınma çabasını sürdürdü.

Birleşmiş Milletler meselesi

Taliban mensupları özellikle cihat yanlısı kesimlerden bu konuda kendilerine gelen eleştirilere de yanıt veriyordu. Taliban bünyesinde faaliyet gösteren Ebu Musab es Suri, "Afganistan, Taliban ve İslam'ın Bugünkü Savaşı" isimli bir kitabında, bu meseleye temas etmekedir. Es Suri BM'ye katılma talebinin Taliban hakkında şüphelere yol açtığını ve bunun harekete dair en büyük sorunlardan biri olduğunu savunmaktadır. Ebu Musab, Taliban'ın medya sorumlularından Amir Han Muttaki'nin kendisine bunun sebeplerini şöyle açıkladığını ifade etmektedir:

"-Afganistan'da Kuzey İttifakı gibi kesimlerin BM'de Afganistan temsilciliğini ele geçirerek Taliban aleyhine çalışmasını önlemek.

-BM'ye katılım konusundaki ayrıntı ve şartlara henüz vakıf olmamak."

Burada ortaya konulan tanıklıklardan Taliban'ın BM'ye katılma konusunda, kurumun işleyişine dair ayrıntılara vakıf olunmaması ve BM ile bazı ilişki ve hizmetlere ihtiyaç duyulmasının Taliban'ı teşvik ettiği anlaşılmaktadır. Ebu Musab, cehalet ve ihtiyaç sebebiyle Taliban'ı bu konuda mazur gördüğünü ifade etmiştir. Taliban'ın bu konuda daha çok siyasi bir yaklaşım izlediği göze çarpar.

Ağustos-Eylül 1998'de İran ve Taliban savaşın eşiğine geldiler. İran 250 bin askerini Afganistan sınırına yığıp Afganistan'ı istila tehdidinde bulundu. Savaş gerçekleşmese de baştan beri Taliban'a karşı ve Kuzey İttifakı'nı destekleyen İran ile Taliban arasındaki düşmanlık had safhaya vardı. Taliban bu dönemde Mezar-ı Şerif'te İran konsolosluğunu basıp bazı İranlı diplomatları öldürmüştü.

Usame bin Ladin'in Afganistan'da Ağustos 1996'da ABD'ye savaş ilanı, takip eden dönemde bu minvalde yayınları, Suudi Arabistan rejimine yönelik eleştirileri ABD ve Suudi Arabistan tarafından dikkatle takip ediliyordu. 7 Ağustos 1998'de CIA'in Afrika'daki merkez üssü sayılan ABD'nin Kenya ve Tanzanya'daki elçiliklerinin bombalanmasının ardından Suudi Dışişleri Bakanı Turki bin Faysal Afganistan'ı ziyaret ederek Molla Ömer ile bin Ladin konusuna görüştü. Bin Ladin'in iadesini isteyen Turki bin Faysal bin Ladin kendilerine teslim edildiği takdirde Afganistan'a maddi yardımda bulunacaklarını, aksi takdirde ise Taliban ile ilişkileri keseceklerini ona söyledi. Molla Ömer ise Sovyet işgalinde kendilerine çok yardımı dokunan ve kendilerine sığınmış birini onlara teslim etmeyeceklerini belirterek bu teklifi reddetti.

Bu görüşme üzerine Suudi Arabistan Taliban ile diplomatik ilişkilerini keserek Taliban elçisini ülkeden kov

Savaşın hafifleyerek kuzeydoğuda sürdüğü dönemde Taliban 1999'da yoğun biçimde tüm Afganistanlıların İslami ölçüler paydasında birlik olması, birleşme çağrısında bulundu. 

Taliban hükümeti yine bu dönemde Çeçenistan'ın bağımsızlığını tek tanıyan devlet oldu. Bu tanıma Zelimhan Yandarbiyev gibi isimlerin eserlerine de yansıyacak ve onların takdirini kazanacaktı.

Taliban, otoritesini yaydığı 1994'ten itibaren uyuşturucu üretimini yasaklamış ama uyuşturucunun ham maddesi haşhaş başka alanlarda da kullanıldığından Afgan halkının yoksulluğunu gerekçe göstererek haşhaş üretimini tamamen yasaklamamıştı. Yine de üretimi sınırlamış, haşhaşın uyuşturucudan başka alanlarda kullanılmasını zorunlu tutmuştu.

İlerleyen yıllarda tüm yasaklara ve cezalandırmalara rağmen haşhaşın yasadışı yollarla uyuşturucu yapılmasının önünün alınamadığına kanaat getiren Taliban, 2000 yılında tüm Afganistan'da haşhaş ekimini de yasaklamış ve bu kararından ötürü BM'den tebrik almıştı.

Taliban'ın Afganistan'a hakimiyet alanı ve haşhaş üzerindeki kontrolü nedeniyle git gide azalan Afganistan'dan çıkabilen uyuşturucu miktarının 2000 yılında %97 azalması dünya uyuşturucu ticaretini büyük bir krize sokmuştu. Aynı dönemde Mesud güçlerinin kontrolündeki Afganistan'ın kuzeydoğusunda ise uyuşturucu üretiminin sürdüğü ve Mesud güçlerinin finanse edilmesinde kullanıldığı bildirilmektedir.

Taliban'ın dünyanın uyuşturucu tekeli olabilecekken Afganistan'da uyuşturucunun kökünü kazıma çabalarıyla Avrupa ülkelerine yönelik olanı başta olmak üzere dünya uyuşturucu ticaretine büyük darbe vurması, Afganistan'ın 2001'de işgal edilmesinin ana nedenlerinden biri sayılmaktadır.

NATO'nun 2001'de Afganistan'ı işgal edip yönetime Taliban muhaliflerini getirmesiyle Afganistan yeniden büyük çapta uyuşturucu üretim merkezine dönmüştür. 2000'li yıllarda Afganistan dünya eroininin %90'ını, Avrupa'da tüketilen eroinin ise %95'ini sağlamaktaydı. Afganistan'da uyuşturucu üretimi 2008'den itibaren Taliban'ın yeniden yükselişe geçip Afganistan'da geniş alanları elde etmesiyle tekrar düşüşe geçecekti.

Ekim 1999'da ABD'nin tasarısıyla BM Afganistan'a "teröre destek" gerekçesiyle ambargo kararı koydu. BM'nin beş daimi temsilcisi olan ABD, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa'nın tümü de Taliban'a karşı olduğundan yasa oy birliği ve kolaylıkla kabul edildi. Afganistan'ın Taliban yönetiminde olan ve Dubai'ye düzenli sefer düzenleyen hava şirketi 'Aryan Afgan Havayolları' da ambargo kapsamına alındı. Yurt dışı seferleri durduruldu, bu şirkete uçak ve ekipmanlarının satışı yasaklandı. 

Afganistan'da aynı dönemde döngüsel kuraklık yaşandığından halka gıda temininde yurt dışından gelen yardımların önemi vardı. Ambargoyla gıda arzında sıkıntılar başladı. Bazı Arap iş adamlarının Bangladeş'ten 80 bin ton pirinç alıp Afganistan halkına bağışlama projeleri ambargoya takıldığından gerçekleşemedi. Afganistan'ın Pakistan dışındaki tüm komşuları Taliban kontrolündeki bölgelerle her türlü etkileşimi yasaklarken ambargo kararıyla Pakistan da bazı yaptırımlar koysa da Afganistan sınırını kapatmadı. 

20000 yılında ABD, Taliban'ın devrilmesi için savaşan gruplara desteğini açıkladı ve yardım sözü verdi. Kuzey İttifakı'na ABD, Özbekistan, Rusya, İran ve Hindistan tarafından gönderilen silah ve diğer çeşit maddi yardımlarla Taliban Kuzeydoğu Afganistan'a sokulmadı. Yardımların artırılıp Kuzey İttifakı'nın savunmadan saldırıya geçmesi projesi gündeme geldi.

Yine 2000 yılında Çin ve Rusya "ülkelerini tehdit eden İslamcı faaliyetlere üs olduğu" gerekçesiyle Afganistan'ı bombalama tehdidinde bulundu.

2001 yılına girilirken Kuzey İttifakı aldığı dış destekle taarruza girişti, kısmi ilerlemeler gösterse de akabinde püskürtüldü. Mart 2001'de Taliban Buda Heykelleri'ni yıktı. 2001 yılının ilerleyen aylarında Afganistan ile İran ve Özbekistan arasında sınır çatışmaları yaşandı.

1998'den itibaren Şah Mesud daha önceden beri kendisini destekleyen Rusya, İran ve Hindistan'ın yanı sıra ABD ve AB'nin de yoğun desteğini almaktaydı.

Mesud Sovyetlere karşı savaş yıllarında da Avrupa'da kendisine destek ağları inşa etmişti.

Yıllar geçip ABD ve AB'de Taliban karşıtlığı arttıkça bu Mesud'a artan destek olarak döndü. Tüm bu devletler Mesud güçlerine bolca para ve helikoptere varıncaya kadar ağır silahlar sağlamaktaydılar. Bu dönemde Burhaneddin Rabbani de Afganistan'ın halen cumhurbaşkanı olduğu iddiasıyla Mesud güçlerinin siyasi kanadında bulunmakta ve yurt dışında yaşamaktaydı.

Nisan 2001'de Avrupa Parlamentosu başkanı Nicole Fontaine Mesud'u "özgürlük savaşçısı" ve "Afganistan'ın özgürlük kutbu" gibi ifadelerle överek Avrupa'ya ve Avrupa Parlamentosu'nda konuşmaya davet etti. Davetin arka planında ABD'nin Mesud'a yoğun destek ve hatta Mesud'un elindeki bölgeye doğrudan asker gönderip savaşa dahil olarak Taliban'ı devirme planını uluslar arası toplumda meşrulaştırma projesinin yattığı iddia edilmektedir. ABD'nin bu işlemi daha çok meşrulaştırabilmek için doğrudan ABD'ye değil AB'ye davetini ayarladığı, Mesud ile ABD arasında görüşme anlaşmaların bu davetten önce tamamladığı belirtilmektedir. 

Nisan 2001'de Avrupa Parlamentosu'nda konuşan Mesud Afganistan'ın "radikal İslamcılar" tarafından yönetildiğini ve bu haliyle tüm dünyaya tehdit oluşturduğunu belirterek ABD ve AB'den Afganistan'a müdahale etmesini, kendilerine destek vermesini istedi. Mesud AB'li yetkililerle de görüşme ve anlaşmalarda bulundu



Ahmed Şah Mesud Brüksel'deki Avrupa Parlamentosu'nda, geçmiş dönemdeki yardımcısı ve Kabil hükümetinin mevcut iki numaralı ismi Abdullah Abdullah ile beraber.


Bu gelişme üzere Mayıs 2001'de Raşid Dostum da tekrar Afganistan'a, Afganistan'ın Mesud güçleri kontrolündeki kuzeydoğu kısmına döndü. Dostum ABD, AB, Rusya, İran ve Hindistan'ın artan yardımlarından istifadeyle güçlerini yeniden oluşturup Taliban'a karşı savaşmak istediğini belirtti. Dostum'un bu hamlesinde savaş üzerinden kendisine maddi çıkar ve güç sağlamaya çalışmasının, teklifinin kabul edilmesinde ise o dönem ABD ve Mesud'un Taliban'ı devirmek için her yolu deneme peşinde olmasının yattığı belirtilmektedir.


9 Eylül 2001'de Mesud, El Kaide ile irtibatlı olduğu düşünülen iki Tunuslu tarafından canlı bomba saldırısıyla öldürüldü. Daha sonra yapılan değerlendirmelerde uzmanlar, Taliban ve El Kaide'nin ABD ve AB ile ilişkilerinden ötürü Mesud'u büyük bir tehdit olarak gördüklerini vurgulamıştır.


Buna göre iki yapı, Afganistan'da muhtemel bir işgalden sonra Mesud'un ABD ve AB ile iş birliğinin çok daha tehlikeli olacağını düşünmektedir. Bu sebeple Mesud'u tasfiye etmeyi öncelemişlerdir. Suikasti El Kaide'nin düzenlemesi ise El Kaide'nin kendisini Afganistan'da barındıran Taliban'a bir "hediyesi" olarak görüldü.


11 Eylül 2001'de ABD'de gerçekleşen saldırılardan sonra ABD, Taliban'dan derhal Usame bin Ladin'i kendilerine teslim etmelerini istedi. Bu dönemde işgalin önlenmesi için bazı Taliban yetkililerinin bu teslimden yana olduğu belirtilmektedir. Fakat Molla Ömer Usame bin Ladin'i ABD'ye teslim etmeyeceklerini, hakkında şikayet bildirilirse bağımsız bir İslami mahkemede yargılayabileceklerini söyledi.


11 Eylül'ün ardından yaptığı konuşmalarda teröre karşı savaş açtığını duyuran ABD başkanı George Bush bu savaşı "Haçlı Seferi" olarak niteledi ve tüm dünyaya "Bu savaşta ya bizlesiniz, ya da teröristlerle" ilanında bulundu. Taliban'ın yaşananları bağımsız bir mahkemeye götürme teklifini kabul etmeyen ABD hızlı bir hazırlık süreciyle 7 Ekim 2001'de Afganistan'a saldırısını başlattı. Yoğun hava bombardımanıyla Afganistan'ın şehirleri vurulmaya başlandı.


Pakistan ve İran da bu saldırıda ABD ile iş birliği yaptılar, bu iki ülkenin hava sahasını açmasıyla ABD uçakları ve füzeleri Afganistan'ı vurabildi. Harekatın stratejisi ABD'nin hava saldırılarıyla Taliban'ı zayıflatması, bir yandan ABD'den yoğun askeri destek alan Kuzey İttifakı'nın ilerlemesiydi, bununla birlikte ABD Kuzey İttifakı hakimiyetindeki bölgelere de asker indirdi.


2002'ye girilmeden başkent Kabil de dahil Afganistan'ın pek çok şehri ABD ve Kuzey İttifakı'nın eline geçti. Aralık 2001'de Afganistan-Pakistan sınırında Tora Bora Dağları'ndaki savaşta ABD Usame bin Ladin ve Molla Ömer'i elinden kaçırdı. Taliban bir cephe savaşına girmeyerek kırsal bölgelere çekildi. Lider isimlerin bir kısmı sınır ötesine çekilirken, çoğu savaşçı ve lider ülkenin güneyi ve doğusunda izole alanlara sığındı. Bu bölgelerde ABD'ye karşı direniş için hazırlık yapmaya başladılar.


Yine bu süreçte, daha önce Taliban ile ittifak halinde olan Celaleddin Hakkani ve grubuna ABD öncülüğündeki hükümete dahil olma çağrısı yapıldı. Hakkani'ye birçok üst düzey makam ve otorite teklif edildi. Hakkani bu teklifleri kabul etmezken Taliban içerisinde kalmaya devam etti. Hakkani'nin teşkilatı 2001 sonrasında ABD'ye yönelik en ciddi saldırıların arkasında yer alacaktı. Bu paralelde ABD de grubu özellikle hedef aldı. Celaleddin Hakkani'nin 4 oğlu Bedreddin, Nasreddin, Muhammed ve ÖmerABD ile savaşırken öldürülecekti. Hakkani'nin oğullarından Siraceddin Hakkani Taliban'ın lider yardımcılığını yapmaktadır.


İran bu savaşta ABD ile açık iş birliği yaptı. ABD'ye havadan saldırılar için hava sahasını açmakla yetinmeyerek savaş esnasında Kasım 2001'de Afganistan'ın batısına saldırıya girişti, Herat'ı işgal edip daha sonra ABD ve Kuzey İttifakı'ına teslim etti. Daha sonra Herat Savaşı'nın ABD'li general Tommy Franks ve İranlı general Yahya Rahim Safevi tarafından ortak planlandığı açıklandı. İranlı en üst düzeyde yetkililer o dönemden beri ABD'nin Afganistan ve Irak'ı İran'ın ABD ile iş birliği sayesinde işgal edebildiğini belirtmektedirler.


İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü'nün öldürülen komutanı Kasım Süleymani de bu süreçte rol oynamıştır.


2002'ye girilirken Taliban büyük ölçüde kırsala çekilmiş, işgal esnasında şehir savaşı verme stratejisi izlememişti. Taliban bunu asimetrik ve sonucu belli bir savaşta şehirlerin yerle bir olmaması ve kendilerinin de ağır kayıp vermemesi için yaptığını belirtmişti. Afganistan'da şehirlere ABD ve Kuzey İttifakı hakim olurken 2002'de taktik gereği varlığını hissettirmeme endeksli biçimde kırsalda varlığını sürdürdü. Nuristan gibi dağlık ve zorlu bölgelere ABD ve Kuzey İttifakı varlığı tam olarak hiçbir zaman hakim olamadı. Ayrıca sınır hatları, izole vadiler ve yerleşimler de ABD kontrolüne girmedi.


Taliban'ın bir kısmı, Afganistan'daki yabancı savaşçılardan yakalanmadan hayatta kalanlar Hindikuş Dağları üzerinden Pakistan'ın kuzeybatısındaki kabile bölgesine geçtiler. Halkı Peştun olan bu bölge 1947'de Pakistan'ın kuruluşundan beri fiilen iç bağımsızlığa sahip olduğundan Pakistan'ın kontrolü dışındaydı.


ABD ve Batı bu dönemde Afganistan'da yeni bir hükümet kurulması için konferanslar düzenledi. Kurulan hükümetteki ana unsurlar şunlardı:


-Batı'da yetişmiş seküler Peştun diasporası


-Kuzey İttifakı'nı oluşturan Tacik unsurlar ve savaş ağaları


-İran destekli Şii milisler


-Dostum ve benzeri savaş ağalarının güçleri


-Eski Komünist rejim döneminden ve 'mücahit' gruplardan isimler


ABD tarafından Aralık 2001'de Peştun Hamid Karzai Afganistan'ın cumhurbaşkanı olarak atandı. Kuzey İttifakı'na yakın olan Karzai 1999'dan beri bu ittifak adına Batılı ülkeleri ziyaret etmekte, onlardan Afganistan'a müdahale etmelerini ve yardım istemekteydi. Bu açıdan Batı'da tanınan bir isimdi. 2002'de Afganistan'da bir geçiş hükümeti kuruldu.


Savaş ve işgal bir kez daha Afganistan'ı yerle bir etti. NATO askerleri ve yeni rejimin güçlerince halka karşı işlenen insanlık suçları sık sık rapor edildi. Çok sayıda sivil savaşta katledildi. Pul-i Çarhi ve Bagram gibi işkencelerle tanınan birçok merkez kuruldu. Yabancı savaşçılar ve bazı Afganlar yakalanarak Guantanamo'ya gönderildi.


Eski grup liderlerinden Rabbani ve Seyyaf yeni yönetimi desteklerken Yunus Halis ve Muhammed Nebi Muhammedi Taliban'ı desteklemeye devam etti. İran'da bulunan Hikmetyar ABD'nin Afganistan'ı işgaline karşı çıktığı ve direniş açıklaması yaptığı için İran Devleti tarafından İran'da faaliyetleri yasaklandı, İran'dan sınırdışı edildi.


2002-2016 döneminde Hizb-i İslami'den Hikmetyar'ın nerede olduğuna dair resmi bir açıklama gelmezken Afganistan'da Hizb-i İslami yeniden küçük çapta örgütlenerek rejim ve ABD askerlerine karşı savaşmaya başladı. Bazı saldırılar düzenlerken, Taliban'ın Kabil'de düzenlediği büyük ölçekli saldırılara yardım ettikleri ifade edildi.


2003'te başlayan Irak Savaşı Afganistan Savaşı'nı büyük oranda dünya gündeminden düşürdü.


2003 yılında bir yandan da ülkenin güneyinde ve doğusunda Taliban direnişinin canlanmaya başladığı gözlemlendi. Afganistan-Pakistan sınırındaki kontrolü zor dağlık bölgelerin bu direnişi kolaylaştırdığı ve yabancı gönüllü savaşçıların da burada olduğu iddiaları üzerine ABD Pakistan'a Taliban'a karşı savaş açma baskısını artırdı.


Pakistan 11 Eylül Saldırıları'nın ardından ABD ile yakın işbirliği yapmış ABD füzelerine ve bombardıman uçaklarına, ABD'nin Afganistan'a yerleşen güçlerinin ikmaline hava ve kara sahasını açmıştı. Hatta savaş öncesinde Pakistan Taliban'ı Afganistan'ın resmi yöneticisi olarak tanıdığından Pakistan'da Afganistan'ı temsilen bulunan Taliban mensubu Afganistan büyükelçisini ABD'nin Afganistan'a saldırmasıyla tutuklamıştı.


ABD Pakistan'dan Hindikuş Dağları'nı aşarak Pakistan'a girdiği tahmin edilen Taliban ve El Kaide mensuplarını da yakalayıp ABD'ye teslim etmesini, öldürmesini istemekteydi. Pakistan'ın bu doğrultudaki eylemleri 2004 yılında özerk ve fiilen kendi içinde bağımsız kabileler bölgesinde zaman zaman bu bölgenin de dışına taşan Pakistan ile yerel halkın büyük bir savaşına neden oldu. Bu bölgelerde Pakistan Talibanı olarak isimlendirilecek olan, Afganistan'daki Taliban'dan daha sert bulunan bir yapılanma ortaya çıktı. 2004'ten itibaren artık Pakistan'ın kuzeybatısında topyekun bir savaş vardı. Bu dönemde Molla Ömer liderliğindeki Afganistan Talibanı'nın Pakistan Talibanı'na Pakistan ile savaşta savunma pozisyonunda kalmalarını, bazı Pakistanlı generallerin ABD'den rüşvet alabilmek için savaşı kızıştırmaya çalıştıklarını, Pakistan ile savaşı genişletmenin bir faydası olmayıp zararı olduğuna dikkat etmelerini tavsiye ettiği belirtilmektedir.


'Küresel Cihat' yanlılarının önemli isimlerinden sayılan Ebu Zübeyde (1967-) ve Halid Şeyh Muhammed (1964-) 2002'de, Ebu Mus'ab es-Suri (1958-) gibi bazı isimler Pakistan-CIA ortak operasyonlarıyla yakalanacaktı. Usame bin Ladin (1957-2011, Atiyetullah Libi (1969-2011) 2011'de, Ebu Yahya Libi (1963-2012) ise 2012'de Pakistan toprakları üzerinde ABD'nin operasyonlarıyla öldürülecekti. Bölgede sayısız El Kaide ve Taliban lideri öldürülürken, ikili arasındaki ittifak derinleşti. El Kaide Taliban'ın direniş organize etmesinde rol oynadı.


2004 yılında Afganistan'da Hamid Karzai'nin kazandığı cumhurbaşkanlığı, 2005'te ise meclis seçimi yapıldı. 2009 cumhurbaşkanlığı seçimini de Karzai, 2014 ve 2019 cumhurbaşkanlığı seçimlerini ise Karzai gibi Peştu olan Eşref Gani kazanacaktı. 2009, 2014 ve 2019 seçimlerinde aday olan Ahmed Şah Mesud'un yakın adamı ve Mesud gibi Tacik olan Abdullah Abdullah ise her seferinde ikinci gelerek seçimi kaybedecekti.


2009'a gelindiğinde artık Güney Afganistan ve Pakistan sınırındaki dağlık bölgelerde ABD ve Kabil'deki rejim ordusuyla çatışarak elde edip elinde tuttuğu geniş alanlara sahipti. İşgal öncesi Taliban'ın gayet güçlü olduğu Kabil'in kuzeydoğusundaki Nuristan, Kunar gibi dağlık yöreler de büyük ölçüde Taliban'ın elinde olduğu gibi kuzeybatıda Herat ve Mezar-ı Şerif arasındaki bölgelerde, yine kuzeydeki Kunduz çevresinde de Taliban varlığı yeniden etkili olmaya başlamıştı.


ABD ve Kabil rejimi ordusu havadan ve karadan Afganistan çapında yürüttüğü operasyonlarda Taliban varlığını ortadan kaldırmaya çalışsa da başarılı olamadı. Taliban vurkaç saldırılarıyla yetinmeyerek kırsalda bazı yerleşim birimlerini elinde tutmaya başladı. ABD öncülüğündeki operasyonlar Afganistan'ı yerle bir etmek ve sivil halka katliam başta olmak üzere suçlar işlemekle eleştirildi.


2011'de ABD'nin Afganistan'daki askeri varlığı ve kayıpları doruğa çıkmıştı. Taliban ise savaşın temposunu belirleyen taraftı. ABD ve İngiltere'nin öncülük ettiği Koalisyon saldırılarını artırırken Taliban gerilla taktikleriyle savaşı sürdürdü. Bu kapsamda Koalisyon ağır kayıp vererek bazı bölgeleri ele geçirmeyi başarsa da birkaç ay sonra bu toprakları kaybediyordu. 2011 yılının ardından ABD ülkedeki askerlerini azaltmaya başladı. 2013 yılında güvenlik tamamen hükümet güçlerine devredildi ve ABD askerleri eğitim görevine çekildi. Taliban artan bir şekilde ülkeyi kontrolüne almaya başladı.


Süreç ilerledikçe Taliban hakimiyeti genişledi.


2018 yılında ABD, ülkenin büyük çoğunluğunun Taliban tarafından kontrol edildiğini kabul edecekti.


2009'da ABD'nin Taliban'ı askeri operasyonlarla ortadan kaldıramayacağını kabullenmesinin ardından Taliban ile görüşülmesi projesi ortaya atıldı. ABD'nin kararına Karzai karşı çıkmamakla beraber ülkedeki Ahmed Şah Mesud geleneğinden gelen bazı kimseler ve Şii-Hazaraların siyasi yapılanmaları karşı çıktı.


2010'da barış görüşmeleri projeleri resmen ilan edildi. Fakat Şubat 2010'da Taliban'ın görüşmelerde görevlendireceği iddia edilen Abdulgani Birader'in Pakistan'da yakalanması bu süreci baltaladı, hatta Birader'in görüşme gerekçesiyle tuzağa düşürüldüğü iddia edildi. Görüşe tartışmaları esnasında savaş sürekli olarak tüm şiddetiyle devam etti.


Haziran 2011'de Karzai, ABD ve Taliban arasında görüşmeler gerçekleştiğini açıkladı ama Ağustos 2011'de de görüşmelerin başarısızlıkla sonuçlandığı açıklandı. Taliban'ın görüşmeleri gerçekleştirilmesi için yurt dışında temsilcisi olacak, kapatılmayacağının ve üyelerinin tutuklanmayacağının garanti edildiği bir elçilik kurmayı görüşmeler için şart koşmasıyla 2013'te Taliban'ın Katar'da siyasi ofisi kuruldu. ABD anlaşma gereği Katar'a bu temsilciliği kapatması veya mensuplarını tutuklaması, ABD'ye teslim etmesi baskısı yapmadı. Bu temsilcilik Karzai tarafından Taliban'ın sürgünde Afganistan hükümeti kurma çabası olarak eleştirildi.


Katar temsilciliğinin açılmasının ardından Taliban'ın dış dünya ile resmi iletişimi ve ABD ile barış görüşmeleri arttı. Taliban görüşmelerde olmazsa olmaz iki şartı olarak işgalci askerlerin ülkeyi tamamen terki ve ülkede İslami bir idare kurulması olduğunu belirtti. 2015'te Pakistan resmi olarak görüşmelere ev sahipliği yapmaya başladı.


Görüşmeler neticelenmediğinden Afganistan'da savaş şiddetlenerek sürdü, zaman geçtikçe Taliban Afganistan'daki kontrolünü daha da artırdı. Artık sadece köyler değil pek çok ilçe merkezi de Taliban tarafından yönetilmekteydi. Taliban bu süreçte iktidardayken hakim olamadığı ülkenin kuzeydoğusundaki bölgelerde bile alan hakimiyeti elde etti, kadrolarında Peştun olmayan unsurları artırmaya özel önem verdi.


Özellikle 2006 sonrasında Taliban Afganistan'ın kuzeyinde Peştun olmayan bir Taliban da inşa etmeyi başardı. Bu kapsamda Tacik, Özbek, Türkmen, Aymak gibi etnik gruplarda Taliban yapılanması oluştu. Hareket, 2001 öncesinde hiç elde edemediği bölgeleri kalesi haline getirdi. Kunduz, Badahşan, Cevzcan, Faryab ve Bagdis illeri bunun en büyük örneklerindendir.


2015'te Taliban lideri Molla Ömer'in 2013'te öldüğünü ve Taliban'a Molla Ahtar Muhammed Mansur'un (1968-2016) liderlik ettiğini, bu tarihe kadar güvenlik gerekçesiyle Molla Ömer'in ölümünü açıklamadıklarını duyurdular. Molla Ömer'in yine Taliban mensubu olan oğlu Muhammed Yakub babasının bir saldırıda değil hastalık sebebiyle öldüğünü belirtti.


Molla Ahtar da Molla Ömer gibi Hakkaniye Üniversitesi mezunuydu. Öncesinde Sovyet işgaline karşı Muhammed Nebi Muhammedi'nin grubunda savaşmıştı. 1995'te üniversitenin ardından Afganistan'a dönerek Taliban'a katılmış, Taliban'ın iktidarda olduğu dönemlerde çeşitli görevlerde bulunmuş, ABD işgalinin ardından da Taliban yönetiminde görev almıştı.


Molla Ahtar döneminde Taliban'ın Afganistan'da alan hakimiyeti hızla artarken barış görüşmeleri de sürdü. 21 Mayıs 2016'da Molla Ahtar aracının ABD dronelarınca vurularak öldürüldü. Saldırı Pakistan sınırları içerisindeki Belucistan'da gerçekleştirildi.


Molla Ahtar'ın ölümüyle Taliban liderliğine Molla Ömer ve Molla Ahtar'a göre askeri ve siyasi olmaktan çok ilmi sınıftan olma yönü ağır basan Molla Ahtar'ın yardımcısı Molla Heybetullah Ahundzade geçti.


Heybetullah Ahundzade döneminde Taliban'ın hem savaşarak Afganistan'da gücünü artırma hem de barış görüşmelerini yürütme stratejisi gelişerek sürdü. Ahundzade devrinde Taliban'ın profesyonelleşmeye önem verdiği, bölgesel ve küresel ölçekte siyasi adımlar attığı ve ciddi atılım yaptığı göze çarptı.


Bu dönemde Hizb-i İslami lideri 2016'da Gulbeddin Hikmetyar Kabil'deki yönetimle anlaşarak 20 yılın ardından Kabil'e döndü. Hikmetyar ilerleyen süreçte Kabil hükümetine muhalefetine siyasi olarak devam etti. Barış görüşmelerinde Taliban'a yakın bir imaj çizdi. Bu dönem sonrasında Hikmetyar'a bağlı olan birçok silahlı grup da Hizbi İslami'yi bırakarak Taliban'a katıldı.


2017'de göreve başlayan ABD başkanı Donald Trump'ın Afganistan'daki savaşı ABD menfaatlerine aykırı ve çok masraflı bulduğunu belirterek ABD'nin Afganistan'dan tamamen çekilmesini istediğini belirtmesi ABD-Taliban müzakerelerini hızlandırdı. Ekim 2018'de Pakistan Molla Abdulgani Birader'i serbest bıraktı. Molla Birader ABD-Taliban görüşmelerine dahil oldu.


Ahundzade ve Trump döneminde Taliban diplomatik atağa geçerek pek çok ülkeye resmi ziyaret için heyetler gönderdi. ABD ve Taliban barış görüşmeleri hızlandı. Taliban görüşmelerde bir yandan savaşla Afganistan'da artan hakimiyetinin verdiği üstünlüğü taşıyordu. ABD ile Taliban arasındaki doğrudan görüşmeler 2018 yılının Ekim ayında resmen başladı.


Yaklaşık 14 ay süren görüşmelerin ardından 29 Şubat 2020'de ABD ve Taliban arasında esirlerin karşılıklı serbest bırakılması ve Mayıs 2021'de ABD'nin Afganistan'dan tamamen çekilmesine dair bir barış anlaşması imzalandı.


Bu anlaşma ABD'nin, özellikle de ABD'nin hava gücünün ülkeden çekilmesi durumunda Taliban'ın Kabil'e girip rejimi devirmesinden endişe eden Kabil'deki Afganistan yöneticilerini telaşlandırdı. Kabil rejimi bu anlaşmayla ilgili çekincelerine dair açıklamalarda bulundu.


Taliban'ın anlaşma gereği Kabil rejimi ordusu mensuplarından tuttuğu esirleri bırakırken anlaşmaya aykırı olarak Kabil'in Taliban esirlerini bırakmayı pek çok kez reddetmesi Taliban'ın tepkisine neden oldu. Anlaşmaya muhalif gelişmeler nedeniyle Afganistan'da savaş sürdü, bununla beraber 2020'de 2019'a göre savaşın şiddetinde yarı yarıya azalma yaşandı.


Kasım 2020'de başkan seçilip Ocak 2021'de göreve başlayan yeni ABD başkanı Joe Biden'ın ekibinin Afganistan'dan çekilmeye Trump kadar istekli olmaması ve anlaşmanın hilafına olarak Mayıs 2021'de ABD'nin Afganistan'dan çekilmesinin tamamlanmayacağını belirtmesi barış sürecini büyük tehlikeye atarken ABD altına imza attığı anlaşmaya açıkça uymadığı için eleştirildi.


Taliban ise yaptığı resmi açıklamalarda ABD barış sürecinden cayar ve imzaladığı anlaşmadan dönerse savaşmaya her zaman hazır olduklarını bildirdi. Afganistan'da devam eden çatışmalarda Taliban'ın alan hakimiyetini genişletmeyi sürdürdü. 


Anlaşmadan cayıp caymayacağı merakla beklenen Biden yönetimi nihayet 11 Eylül 2021 öncesinde tüm ABD güçlerinin Afganistan'dan ayrılacağını duyurdu.Daha sonra bu çekilme işleminin Temmuz 2021'de tamamlanabileceği de belirtildi. Böylece anlaşmadaki 1 Mayıs 2021 itibariyle ABD'nin ülkeden ayrılmış olması gerekliliği maddesi çiğnense de ABD Afganistan'dan çekilme sürecini uzatarak da olsa iptal etmemiş oldu. 


Haziran 2021 Afganistan için oldukça hareketli geçti. Taliban Afganistan'daki ilerlemesini görülmemiş biçimde hızlandırırken Kabil Hükümeti'ne bağlı binlerce asker ve kolluk gücü Taliban'a teslim oldu. ABD'nin çekilmesinin ardından ABD-Taliban Anlaşması'nın hilafına Kabil Havaalanı'nın NATO güçlerinin kontrolünde kalması gündeme geldi.


Yine Haziran 2021'de Taliban'ın hızlı ilerleyişiyle yıkılma korkusu yaşayan Kabil Hükümeti'nin cumhurbaşkanı Eşref Gani ve Abdullah Abdullah, ABD'nin çekilme sürecini ve Taliban'ın hızlı ilerleyişini konuşmak üzere ABD'ye gitti. Diğer taraftan Kabil Hükümeti'nin Taliban ve Kabil Hükümeti arasında arabuluculuk yapan aşiret liderlerini tutuklamak gibi radikal ve görüşmeleri koparıcı hamlelere girişmesi dikkat çekti.


ABD'nin Şubat 2020 Doha Anlaşması'ndaki 1 Mayıs 2021'e kadar Afganistan'ı terk etme sözünü tutmaması üzerine 1 Mayıs 2021'de Afganistan genelinde seferberlik ilan eden Taliban Mayıs-Ağustos 2021'de Afganistan'daki ilçe merkezlerini ele geçirme siyaseti izleyerek bu dönemde ülkedeki ilçe merkezlerinin çoğunu ele geçirdi.


İl merkezlerini büyük ölçüde kuşatma altına alan Taliban hareketi ile ABD ve Kabil hükümeti arasında Ağustos 2021'de Taliban'ın il merkezlerini ele geçirip geçiremeyeceğine dair bir restleşme yaşandı. ABD ve Kabil Hükümeti, Taliban'ın il merkezlerini ele geçirmesinin mümkün olmadığını belirtirken Taliban ülkedeki il merkezlerini iki haftada ele geçirebileceklerini açıkladı.


5 Ağustos 2021'den itibaren Taliban, il merkezlerini ele geçirmeye yönelik nihai operasyonunu başlattı. Bu operasyonda il merkezlerindeki gizli Taliban örgütlenmeleri de harekete geçirildi. 6 Ağustos-15 Ağustos 2021'de 10 günlük bir süre zarfında Taliban, başkent Kabil de dahil ülkedeki il merkezlerini ele geçirdi.


Bu dönemde Taliban güçleri ciddi bir direnişle karşılaşmadı. Kabil hükümeti güçleri çoğunlukla savaşmamayı tercih etti ve silahlarını halkın oluşturduğu müzakere ekiplerinin aracılığıyla Taliban'a teslim ederek anlaşma yoluna gitti. Taliban güçleri başkent Kabil'e de çatışma olmaksızın girdi.


Taliban Hareketi'nin bu hızlı başarısı üzerine Kabil yönetimi çöktü ve Eşref Gani yurt dışına kaçtı. Yardımcısı Abdullah Abdullah ise Taliban ile anlaşmayı seçerek Kabil'de kaldı. ABD işgaliyle ülke başına getirilen Hamid Karzai de Kabil'de kalıp Taliban ile iletişime geçmeyi tercih etti.


Taliban, genel af ilan ederek ABD ile işbirliği yapanlar da dahil kimsenin ülkeden ayrılmasına gerek olmadığını belirterek herkese ülkenin kalkınmasına katılma çağrısı yaptı.


Afganistan'ın yeniden Taliban yönetimine geçmesiyle ülkenin ismi tekrar "Afganistan İslam Emirliği" oldu. ABD Başkanı Joe Biden Taliban'ın zaferiyle ilgili yaptığı açıklamalarda ABD'nin Afganistan'a tekrar dönmeyeceğini belirterek Taliban'ın zaferini tanımış oldu.



DİPNOT: Bu yazıda büyük ölçüde "mepanews" sitesinin arşivinden faydalanılmıştır. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İKİNDİ VE YATSI NAMAZININ SÜNNETİ HAKKINDA

ALİMİN - ALİ'NİN YÜZÜNE BAKMAK İBADETTİR RİVAYETLERİ HAKKINDA

İşlerinizi Şaşırdığınızda Kabir Ehlinden Yardım İsteyin Rivayeti