ZELİMHAN YANDARBİYEV BAZI MÜLAHAZALAR

Son zamanlarda meydana gelen olaylar, dünyada cereyan eden din esasına dayalı bir mücadelenin gittikçe şiddetlendiğini göstermektedir. Özellikle, S.S.C.B. ile diktası bünyesinde kurulmuş olup, en belirgin özelliği resmi ateizm olan sosyo-politik sistemin çöküşünü izleyen olaylar bunun açık göstergesidir. Temelinde insanlık tarihinin doğurduğu nedenler (siyasi, ekonomik, etno-kültürel vs.) yatan dünya çapında ihtilafların hepsi gittikçe metafizik nitelikli mücadeleye dönüşmektedirler. Bilindiği üzere, Allah (celle celaluhu) insanı yarattıktan sonra İblis'in ona secde etmeyi reddetmesi üzerine, mağruru rahmetinden mahrum bırakıp kovmuştur. Fakat o, Kıyamet Günü'ne kadar mühlet isteyip insanı doğru yoldan saptıracağına yemin etmiştir. Bu alanda da İblis oldukça başarılı olmuştur, dünyamızın bugünkü hâli bunun göstergesidir. İnsan, Allah Teala'nın halifesi olmaktan ziyade, İblis'in hizmetkârı olmuştur ve ilk günahı -gururu- kendi içinde İblis'ten çok daha büyük bir derecede göstermiştir. Yaradan'ın insana, hiç kimsede bulunmayan bilgi ve iktidarı bağışladığını göz önünde tutarsak, insanın keyfilik ve zorbalığının dünya hayatı üzerindeki yıkıcı etkilerini kolayca gö rebiliyoruz. Maalesef, insanda, Yaradan'ın kendine lütfettiği yetenekleri kötüye kullanması, bunları iyiye kullanmasından çok daha sık görülmektedir. Sonuçta bizim, şeytani güce boyun eğmemizin kaçınılmaz olduğu izlenimi oluşturulmaktadır. Bu görüş, bugünkü dünyevi nizamın kanunlarına vakıf her insanın, ateistin, müşriğin ve hatta kendine resmen Müslüman diyen insanın görüşüdür. Ama duruma, Allah'ın ortaya koyduğu dünya nizamı açısından bakılırsa, vaziyet başka görünmektedir. İşte o zaman, son zamanlar da meydana gelen tüm olayların, Allah'ın, dünyayı şehvet ve kötülük ağına düşüren güçlere galip geleceğini belirttiği olaylara doğru ilerlediği görülür. Herhalde, söz konusu güçler de bunun farkındadırlar ve o yüzden, kaçınılmaz olan mağlubiyetinin yönünü değiştirmek için bir takım faaliyetlerde bulunmaktadırlar. Ve bize mahsus olan insani mantık açısından, bunda oldukça başarılıdırlar. Bu yaklaşıma göre, birinin emrinde bulunan dünyevi kuvvetle ifade edilen her şey doğaldır. Fakat biz Müslümanlara düşen, dünya gerçeğini insan mantığının oluşturduğu kanunlar açısından değil, Allah-u Teâlâ'nın ortaya koyduğu dünya nizamı kanunları açısından değerlendirmektir. Bu da, anlayışımızı, insanlık kaderi hakkında doğru bilgiler bulunan tek bir kaynakla, yani Kur'ân-ı Kerim ile karşılaştırmamızı gerektirmektedir. Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurulmaktadır: Gerçekten Allah, kendilerinde olanı (ahlâk ve gidişatı) değiştirmedikçe hiçbir topluluğun durumunu değiştirmez. (Rad Suresi 11) Allah (celle celaluhu)'nun, insana iradeyi ve doğru yolu verdiğini, yanlış yolu da gösterdiğini göz önünde bulundurursak, insanın veya halkın içinde bulunduğu farklı durumların kendi tutumlarına bağlı olduğunu söyleyebiliriz. Gerek pozitif, gerekse negatif tecrübeler açısından bu, tamamen adildir. İnsanı yaratan, rahmeti bütün mahlukata karşı sonsuz olan Allah (celle celaluhu), adaletsizliğe meydan vermemektedir. Dahası, birbirleriyle olan ilişkilerinin karşılığını tam hakkıyla vermektedir onlara. Aynı zamanda O, Kur'ân'ı ve diğer alametleri indirdi, doğruluğun birer örneği olan Rasullerini her millete gönderdi ki, bu rahmetlerin en büyüğüdür. Bir halk (cemiyet), kendi içinde doğruluğu korudukça doğru bir ortamda yaşamaya devam etmektedir. Allah onu, etrafındaki gerçeklerden korur, ister bu gerçekler kendisine karşı düşmanlık sergilesin. Allah bir kavme verdiği nimeti o kavim kendi nefislerinde olan değiştirmedikçe (ahlakını bozmadıkça) onlardan geri almaz. Muhak kak ki, Allah onları (sözlerini) işitici, (yaptıklarını tamamıyla) bilici dir. (Enfal Suresi 53) Yanlış ortamda yaşayanlar için de aynı kanun geçerlidir. Bu ortama karşı olan tavrını değiştirmedikçe ortam onlara galip gelecektir. Demek ki onlar, haksızlığın kaynağı ve şartlarıyla aktif bir şekilde mücadele etmedikçe, bu ortam, kendilerine göre haklı olacaktır. Yani Allah (celle celaluhu) bize, kötülüğün her şekliyle mücadele etmemizi emrediyor. Bu mücadelenin temelinde ise tek Yaradan olan Allah (celle celaluhu)'ya olan iman yatmalıdır. Biz, etraftaki kötülükle, sırf bizi incittiği, bize zarar verdiği ve hatta bizi öldürdüğü için mücadele etmemeliyiz. Bizi harekete geçiren duygular milli ya da devlet menfaatleri niteliğinde olmamalıdır. Eğer, yaşadığımız yanlış ortamı değiştirmek istiyorsak, önce, hakiki müminlere yakışır bir şekilde kendi nefislerimizi değiştirmeliyiz. Aynı zamanda, niyet ve fiillerimiz, yaşadığımız yanlış ortamı Allah'ın kanunlarına göre değiştirmeye yönelik olmalıdır. Allah'ın, kötülükle mücadele eden insana ve millete yardım etmesi bu şarta bağlıdır. İşte o zaman O'n dan yardım bekleyebiliriz. Aksi halde, fiillerimiz hep yanlış sahada gerçekleşecektir. Böylece çaba ve kurbanlarımız, Allah'ın insana yardım etmesi şartına uygun olmayacaktır. O zaman olaylar, kısır döngü içinde gelişecektir veya siyasî bir deyişle, kötülüğün iç meselesi olacaktır. Mücadele de, şeytani kurallara göre olacaktır. Yanlış yolda olanların bir kısmı diğeriyle, dar menfaatler uğrunda mücadele edecektir. Bunun sonucu da uzun vadede olumlu olamaz. Bu, karanlıkta yapılan bir mücadele olacaktır. Çünkü Allah (celle celaluhu), fasık kavmi doğru yola iletmez, doğru yolu aramayanların yardımcısı da olmaz. O halde dualar, namazlar ve diğer ibadetlerin bir faydası olmaz, çünkü bunlar samimi olmayacaktır. Bozuk bir niyetle doğru hedefe ulaşılmaz. Biz, dünya görüşümüzde ikiye ayrılıp, fiilen hakiki Müslüman olamayız. İslam davası ise tam manada hakiki kişilikler gerektirmektedir. Müslüman olup Batılı değer yargılarına uymamız mümkün değil. Bu ancak, taraflardan birinde düzeltmeler yapılmasıyla mümkündür. Fakat İslamiyet'in değiştirilmesi, bir harf dahi olsa, imkansızdır. Batılı standartların İslâmi değerler doğrultusunda düzeltilmesi, Batı'nın Müslümanlığı kabul etmesi anlamına gelir. Lakin Batılılar, kendi dünya görüşlerinin üstünlüğü ve sarsılmazlığına inandıkları için bu çok zor görülmektedir. Demek ki biz, Müslümanlar olarak, onların problemlerimize çözüm getirmelerini bekleyemeyiz. Hiçbir batılı ülke, onların değer yargıları doğrultusunda işleyen hiçbir uluslararası örgüt, adı ne olursa olsun, iyi niyetle ve doğal insani duygulara dayanarak hareket etmemektedir. Onların tamamı, neo-Hıristiyan imparatorluğun kurduğu dünya düzenine hizmet etmektedirler. Buna, "Hıristiyan-Siyonist ulusların topluluğu" diyebiliriz ama "uluslararası topluluk" asla diyemeyiz. BM, Avrupa Konseyi, Uluslararası İnsan Hakları Komitesi, UNESCO, özellikle NATO, bütün bunlar doğduğu sistemin ideolojisini dünya çapında yaymakla görevlidir. Buna açıkça işaret eden Kur'ân'ı unutmamalıyız. Anlamamız gereken şu ki, İslâmî yaşayışın propagandasını yaparken, Batı'nın desteğini bekleyemeyiz. Bunu anlamamak cinayettir. Bu konuda söz konusu örgütlerin faaliyetine en taze örnek, Afganistan'da yaptıklarıdır. İslam kanunlarına sıkı bir şekilde uyan bir ülkede, uluslararası yardımsever örgütler, İslâm karşıtı bir merkez oluşturmuş, çok sayıda bidat dolu kitap getirmiş, hatta bunun için onlarca Müslümanla işbirliği yapmışlardır. Biz niyet ve fiillerimizi Allah'tan başkasıyla alakalandırırsak (ki bu şirktir), O'nun rahmetinden hep uzak kalacağız. En talihsiz olanlar, aynı zamanda iki Rabb'e kulluk etmeye çalışanlardır: Hem Allah'a, hem puta kulluk etmek imkânsızdır. Böyle insanlar, bugün gördüğümüz gibi, Allah (celle celaluhu)'yu açıkça inkâr edenlerden daha da talihsizdir. Hem Allah'a hem şeytana hizmet etmeye çalışanlar kendilerini dünyada ve ahirette azaba mahkum ediyorlar. Doğu ve Batı'nın kâfirlerine bir bakınız; çok mutlu ve güçlü görünüyorlar. (Allah (celle celaluhu) bizi böyle bir kısmetten muhafaza etsin) Ve şimdi iman ile küfür arasında ikiye ayrılan sözde Müslümanlara bir bakınız; onlar pasiftir, acizdir, ne kadar zengin olursa olsunlar. Batı ile Doğu birleşebilir, ama Allah'a iman ile küfür asla birleşemez! "La havle ve la kuvvete illa billahil'aliyyil "azim!" Gelecek olan Deccal'ın bugün iki hizmetkârı olan ABD ile Rusya (SSCB)'nın denetimi altında geliştirilen sözde uluslararası topluluk ve uluslararası hukuk, İslam ümmetinin düşmanlarının sinsi planlarının gerçekleştirilmesi için kullandıkları başlıca araçlardır. Neo-Hristiyan (Hristiyan-Siyonist) imparatorluk ve demokrasi denen ideolojisi, bugün fiilen dünyanın yegâne hâkimi durumuna gelmiştir. Onun sahip olduğu dünyevi güç ve maddi bolluk (burada "refah" sözcüğünü kullanmak doğru olmaz), talihsizleri baştan çıkarıp onları küfür uçurumuna sürüklemektedir. Bu satanizmin başrahibi ABD'dir. BM gibi örgütler dünya küfrünün faaliyetini şekli olarak gizlemekle görevlidirler. Kaynağı ABD olan belalar daha muhteliftir, onlar daha fazla fitne içermektedirler. Allah-u Teâlâ buyuruyor ki: Fitne öldürmekten beterdir. (Bakara Suresi 191) Fitne çıkarmak öldürmekten daha beterdir. Kâfirler ellerinden gel se sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşmayı sürdürürler. (Bakara Suresi 217) Batılı hayat standardı, Allah'a ve O'nun yolunda olanlara karşı olan bir savaştır. Ve bakınız, amaçlarında ne kadar ısrarlıdırlar. Bize her fırsatta hükümranlıklarını kabul ettirmeye çalışırlar. İşte dünyada olup bitenlerin tablosu: Küfür dünyasının Müslüman dünyasında daha güçlü olmasının sebebi, Müslümanların dünya arenasında sözde/şekli Müslümanlarla temsil edilmiş olmasıdır. Böylesi bir Müslümanlık ise, kusurlu olan her şey gibi, kaybetmeye mahkumdur. Bu, net bir şekilde idrak edilmesi gereken bir şeydir. Bu hususun idrak edilmesi ise, Müslümanların cihada olan tutumunu doğrudan etkilemektedir. Her şeyden önce cihad ruh ve kalbin halidir, bir niyettir ve bununla motive edilmiş bir fiildir. Bu hususun idrak edilmesi, ümmetimizin gücü ve geleceği meselesini çözmektedir. Müslümanların talihsizliği, zulüm edilmeleri, öldürülmeleri, aşağılanmalarında değildir. Aksine, talihsiz olduğumuz için bütün bu zorbalıklara maruz kalıyoruz. Talihsizliğimizin asıl sebebi, hakiki Müslümanlar olmaya, Allah'ın bizi yükümlü kıldıklarını yerine getirmeye cesaret edemediğimizdendir. Belamız, Allah'ın kanununu mücerret bir biçimde idrak etmemizdir. Birleştirmemiz gereken İslam ile hayatı ayırdık. Alimlerimiz, Allah ve Resûlü'nün ne zaman ne söylediğini veya yaptığını anlatabilirler, fakat çoğu, hutbelerinde anlattıklarını, kendi hayatlarında uygulamak istemezler. Çünkü hayattan korkarlar. Müslüman âlimler siyasi partilerin üyeleri oluyor, önceliği grup menfaatlerine veriyorlar. Hakk'ın hizmetçilerinden dünya menfaatlerinin hizmetçilerine dönüyorlar. Şunun şuuruna varmak lazım ki, bu dünyada en büyük talihsizlik Müslüman olmamaktır, Müslüman için en büyük talihsizlik ise, kötü, şekli bir Müslüman olmaktır ki bu, irtidad ile eş anlamlıdır. Hayattan korkmamayı öğrenmeliyiz. Bundan maksat, dünya ve ahiret hayatının gerçek değerini öğrenmektir. Hakkı, dünya karşılığı satmamaktır. Hakiki Müslümanın, salih amellerinin mükafatını, bu dünya ya da ebedi hayatta muhakkak göreceğine inanmaktır. Yukarda söylenenlerin hepsini, 2000 yılında çıkan "Cihad ve Modern Dünyanın Sorunları" kitabında tezler biçiminde anlatmıştım. Bu sorunun büyüklüğü tek bir insan, hatta bir nesil için fazladır. Dahası, bu sorun, Müslümanlar karşısında her zaman durmaktadır. Onu, kendi fikirlerim doğrultusunda aydınlatmaya çalıştım, umarım, diğerleri onu daha kapsamlı bir biçimde aydınlatacaklardır. Adı geçen kitabın çıkışından sonra, içinde söylenen fikirlerin bazılarını aydınlatan büyük olaylar gelişti. Bundan, yazarın bir kehanette bulunma girişimi anlaşılmamalıdır. Söylediklerim ne bir kehanettir, ne de yeni bir şeydir. Bunların hepsi, farklı yerlerde, değişik biçimlerde yüzyıllardır söylenmektedir. Ama biz ve atalarımız tarafından hep unutulmuştur. BM'nin yaptıklarının, kendi deklarasyonlarıyla bağdaşmadığını 1990 yılında çıkan ve sonradan "Bağımsızlık Doruğunda" (1994) ve "Çeçenya Özgürlük Mücadelesi" (1996) kitaplarına dahil olan makalelerde söylemiştim. Bugün bunları bir kez daha hatırlamak ve idrak etmenin zamanı gelmiştir. Yeni tarihimizde cihadın canlanması İslâm Rönesansı'nı teşvik etmiştir. Ateist fikirleri ve dünya görüşleri bulaşan, komünist rejimler tarafından baskı altında tutulan nesiller sahneyi terk etmektedirler. İslâmiyet, aktif hayata dönüyor. Bana göre bugün Müslüman dünyası iyiye doğru düşmanlarımızın sandıklarından çok daha hızlı bir şekilde ilerlemektedir. Son iki yılın olayları bunun örneklerindendir. Filistin, Afganistan, Keşmir, Kosova, Eritre, Çeçenya ve diğer bölgelerdeki cihad böyle sonuçlar çıkarmak için müşahhas deliller teşkil etmektedir. En son olaylar, yani ABD, İngiltere ve diğer Hristiyan-Siyonist ülkeleri tarafından Afganistan'a karşı başlatılan haçlı seferi ise, tüm Müslüman ümmetin şuurunda olumlu gelişmelerin olacağı konusunda umut vermektedir. Allah (celle celaluhu) Müslümanların yalnız değişmelerini değil, zafer sağlayacak faaliyetlere geçmelerini istiyor. Afganistan, tıpkı on iki sene evvel olduğu gibi, gene köklü değişmelerin sebebi olabilir. Tabii ki, şimdiki durumda negatif taraflar da var ki bunlar, Müslüman ülkelerin liderlerinin faaliyetlerinin düşük olmasındandır. Lakin bu, bu tür süreçlerde değişken bir faktördür. Bu ortamda bile olgun Müslümanlar vardır. Ayrıca, uluslararası siyaset alanında istediğimizden farklı lisan ve usul kullanılmaktadır. Önemli olan, bu duruma mahsus olan açık ihanet vak'alarının, görmeye alıştığımızdan daha az olduğudur. Bundan ziyade, kafir dünyasıyla kurduğumuz yanlış ilişkilerin sonuçları vardır. Biz, Allah (celle celaluhu)'nun kanunlarına göre gelişen olayları kendi bencil beklentilerimizin çerçevesine sokmaya alışmamalıyız. Dünyayı, Allah (celle celaluhu)'nun, onu yaratması açısından görmeliyiz, her geçen gün Müslüman dünyasında kendi düşmanca mahiyetini belli eden sözde uluslararası topluluk açısından değil. Allah (celle celaluhu) yardım ve zaferi, hakiki Müminlere vaad etmiştir. Bunlar ise, dünya şehvetlerine aldanmayan, yakınlarını onlardan sakındıran ve Allah'a tevekkül edenlerdir. Kur'an-ı Kerim'de söylendiği gibi: "Muhakkak ki insan(lar) zarardadır(lar). Ancak inanan ve salih amel işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler müstesnadır." (Asr Suresi 2-3) İmtihan ne kadar büyükse, zafer ve mükâfat da o kadar büyüktür. Elhamdulillah! Dünya son zamanlarda çok değişti ve bu sürecin hızı da artmaktadır. Geri kalmış Müslümanlar, onun değişmesi için harekete geçmeye henüz hazır değiller, ama yaşayışlarının gerçekliğine olan bakışlarını değiştirmeye hazırlar. Bu da zaferin yarısıdır. Allahu Ekber!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İKİNDİ VE YATSI NAMAZININ SÜNNETİ HAKKINDA

ALİMİN - ALİ'NİN YÜZÜNE BAKMAK İBADETTİR RİVAYETLERİ HAKKINDA

İşlerinizi Şaşırdığınızda Kabir Ehlinden Yardım İsteyin Rivayeti