ABD'NİN 11 EYLÜL SONRASI İRAN'LILARLA ANLAŞMASI
Bir Ordu Kiralamak: İran
Kuzey İttifakı'na hareket hakkı tanıyan Ruslar önemliydi tabii ama yeterli değillerdi. Bir destek daha gerekiyordu ki bu da İran olabilirdi. Dinsel ve kültürel farklılıklar dahil çeşitli nedenlerle, Ruslar gibi İranlılalar da Taliban'a düşmandı. Arada daha önemli stratejik nedenler de vardı. İranlılar, Taliban'ı Pakistan istihbaratı ISI'nın bir ürünü olarak görüyor, doğu sınırlarında güçlü bir Pakistan varlığı istemiyorlardı.
İranlılar, ülkelerindeki tutucu Vehhabi varlığına ılımlı olarak bakmıyorlardı. Taliban'ı tanıyan az sayıda devlet arasında olan Suudiler, Basra Körfezi'nde İran'ın rakibiydiler. İranlılara göre Taliban, Pakistan ve Suudi Arabistan çıkarlarına hizmet ediyordu ve bu iki ülke de İran'ın rakibiydi. İran istihbaratı Afganistanda yıllardan beri çalışıyor, özellikle bu ülkedeki Şii azınlıkla işbirliği yapıyor, onların çıkarlarını koruyordu.
Halihazırda liderliğini Kerim Halili'nin yaptığı Hizb-i Vahdet en önemli Şii grubuydu. Şii Hazara kabilesi Hindukuş'ta, Kabilin kuzeybatısındaki stratejik Bamyan kasabasını elinde tutuyordu. Onlar, Taliban'ın Mezar-ı Şerif'e girmesini engellemişlerdi ve orası Kabil'e saldırı için uygun bir üstü. İsmail Han önemli bir Şii komutandı ama kuzeyin anahtarı Halili'nin elindeydi ve ABD onunla işbirliği yapmak zorundaydı. Halili ve İsmail Han'a tek gerçek destek, sınırın ötesinden, İran'dan geldi. Onlar, Afganistan'da Amerikan savaşına katılmak için iki şey istiyorlardı: Tahran'dan izin ve para.
İran, 11 Eylül saldırılarını Taliban'dan kurtulmak için önemli bir fırsat olarak gördü. Onlar önce Taliban'ı devirmek, sonra da ABD'nin geri çekildiğini görmek istiyorlardı. Bu amaca varmalarınını o kadar da zor olmayacağını düşünüyorlardı. Onlar, Taliban'ı saf dışı bıraktıktan sonra ABD'nin Afganistan'ı işgal edeceğini sanmıyorlardı ama ABD'nin zorlanmasını ve Afganistan'ı işgal etmeleri için onları cesaretlendirmek istiyorlardı.
ABD açısından İran'la uğraşmak sorun yaratabilirdi. ABD ve İran'ın ilişkileri 1979'dan beri kötüydü. İran'a göre, ABD Büyük Şeytandı ve George W. Bush henüz "Şer Odakları" konuşmasını yapmamıştı ama Amerikalılar İran rehine krizini hala çok iyi hatırlıyorlardi. ABD ve Rusya arasında daha derin jeopolitik meseleler olabilirdi ama Iran ve ABD arasındaki ilişkiler daha gergin ve zehirliydi. İran bir blam ülkesiydi ve bir İslam ülkesine karşı ABD'yle işbirliği yapabilmesi için bir örtüye ihtiyacı vardı. Diğer yandan ABD de aynı durumdaydı.
İran, niyetleri konusunda daha önce bazı işaretler vermişti. 1979 Devrimi'nden sonra Irandan ilk kez olarak, 11 Eylül saldırısı sonrasında New York'a bir başsağlığı ve geçmiş olsun heyeti gitti. Daha sonra -ki bu daha da önemliydi- Afganistanda uçan Amerikan uçaklarının arıza halinde ya da zorunlu hallerde İran'a inebileceğini söylediler. Askeri bir işbirliği sayılmazdı bu ama İran, ABD'ye Afganistan Savaşı'nda işbirliğine hazır olduğu mesajını vermişti ki onlardan gelen önemli bir jestti bu. İran, ABD hakkındaki temel görüşünü değiştirmemişti ama ABD'nin Taliban'ı saf dışı bırakmasını da çok istiyordu.
İki ülke işbirliği yaptılar. Aslında İranlılar, savaştan önce Afganistan konusunda ABD'yle düzenli olarak görüşüyorlardı. Taliban'ın zaferinden sonra "6 + 2" denen uluslararası bir grup kurulmuştu. Bu grup ya da komisyonda Afganistan'a komşu ve yakın olan İran, Türkmenistan, Özbekistan, Tacikistan, Pakistan, Çin ve ABD ile Rusya temsilcileri vardı. Bu grup, belirli zamanlarda Cenevre'de toplanıyor ve ABD ile İran temsilcileri de orada resmi olarak bir araya geliyor, görüşüyorlardı.
Ayrıca ABD müttefikleri İran'a gidiyor ve onlarla ABD adına konuşuyorlardı. Örneğin 25 Eylül'de İngiliz Dışişleri Bakanı Jack Straw, Afganistan konusunda görüşmek üzere Tahran'a gitti ve hiç kuşkusuz, ABD'den mesaj götürdü oraya. Japonya Başbakanı Koizumi, İran'a bir heyet gönderdi, onlara çeşitli ekonomik projeler için finansal destek teklif etti ve karşılığında Afganistanda kesin olarak işbirliği istedi. ABD'de yönetimle ilgisi olmayan bir senato heyeti de Iran'a giderek onlarla görüştü.
ABD ve İran arasında en önemli görüşmeler ise gayrı resmi olarak sürüyordu, ABD ve Iran yetkilileri, çoğu zaman Almanyada olmak üzere, çeşitli ülkelerde buluşup sessizce görüşüyorlardı. Daha önce de oldu bu tür görüşmeler ama 11 Eylül saldırısı sonrasında arttı.
Savaş konusunda karar verici görüşme, 25 Eylül'de, Cenevrede yapıldı. Toplantı resmen gizliydi ama İranlıların Amerikalılarla baş başa görüşmediklerini iddia etme şanslarının olması için, Alman ve İtalyan temsilciler de katıldılar toplantıya. Toplantı konusu ve temsilcilerin isimleri açıklanmadı ama konu, Taliban saf dışı bırakıl dıktan sonra Afganistan'ın geleceğiydi. İran için önemliydi bu konu ve İranlılar işbirliği için iki güvence istediler. Birincisi, ABD orayı doğrudan yönetmemeli, bir Afgan hükümeti kurmalıydı. İkincisi, Şiilerin çıkarları korunduğu gibi liderleri Kerim Halili ve İsmail Han bölgelerinde kontrolü ellerinde tutmalıydılar.
Başka bir deyişle, İranlılar resmen, yasal bir ulusal Afgan hükümeti kurulmasını istiyorlardı. Aslında istedikleri bölgesel otonomiydi. Afgan hükümetinin Pakistan tarafından kontrol edilmesini ya da Şii müttefiklerinin zorda kalmasını istemiyorlardı. Onlara göre, Şii eyaletleri ulusal hükümetten bağımsız olarak Şiiler tarafından yönetilmeliydi. Bu eyaletler, İran'ın doğu sınırlarında etkili tamponlar oluşturacaktı. Toplantıda bir fikir daha çıktı ortaya: Birleşmiş Milletler yetkilisi Francesco Vendrell, Afganistan eski Kralı Muhammed Zahir'le görüşmek için Roma'ya gidebilirdi.
İranlılara göre Zahir, mükemmel bir Afgan yönetici olurdu. Zahir resmi olarak güçlü bir Afganistani temsil ediyordu ama artık yaşlı ve zayıf bir adamdı, ülkeyi yönetemezdi. Onun halefleri de yapamazdı bunu çünkü hanedan tamamen çökmüş, itibarını yitirmişti. Fakat ABD Afganistan'ın yönetimiyle ilgilenmiyordu; Taliban gittiği ve ABD orada El-Kaide'yle savaşacak üslere sahip olduğu sürece sorun yoktu onlar için. Afganistan'ı yeniden kurma gibi bir planı yoktu ABD'nin; bunun için ne kaynakları, ne de arzuları vardı zaten.
Zahir fikri, hiçbir zaman gerçekleşmedi. Çoğu insan ve hatta çevresindekiler bile güvenmiyordu ona. Her şeye rağmen savaş sonrası Afganistan için bir fikir çıktı ortaya: Aslında zayıf ama güçlü gibi görünen bir hükümet kurulacak ve ABD, Şii otonomisini bozacak hiçbir girişimde bulunmayacaktı. Afganistan'ın geleceği -ya da olmayan geleceği- kurulduktan sonra, geriye bu anlaşmanın üst düzeyde onayı kalıyordu ki bunu da iki tarafın anlaştığını kamuoyuna açıkça göstermeden yapmaları gerekiyordu. Bu da Jack Straw'un işiydi.
Straw, Cumhurbaşkanı Hatemi'yle 25 Eylül'de buluştu. Toplantıdan önce Tony Blair'le iki telefon konuşması yapıldı ama bir sonuç alınamadı. İranlılar, Amerikalılarla açıkça konuşup siyasi bir açık vermeden de aynı sonuca ulaşabileceklerini düşünüyor ve İngilizlerle görüşmeyi yeğliyorlardı. Straw'un Beyaz Saray'dan kendilerine bir mesaj getireceğini ve cevaplarının da oraya gideceğini biliyorlardı. Aslında İngilizler de ABD için konuşma yetkisine sahiptiler.
Amerikalılara göre, İranlılar zaten oyuna katılmışlardı, bölgede Şiileri koruyan kuvvetleri vardı ve İran, Kabil'de Taliban ve Pakistanlıları kovacak bir değişikliği memnuniyetle karşılayacaktı. Bunu yalnız başına ya da Ruslarla birlikte yapamazdı. İran'ın bu nedenle ABD'nin işin ağır kısmını yüklenmesine ihtiyacı vardı. İşbirliği yapmak zorundaydılar ama aşırı cömert olmalarına da gerek yoktu. Sorun, İranlılar üzerindeki taleplerin nasıl arttırılacağı konusuydu.
Straw, ABD taleplerini götürdü. ABD önce El-Kaide'nin sızmasını önlemek için Afgan-İran sınırının kapatılmasını istiyordu. el-Kaide'yi avlamak için İran istihbaratı ABD istihbaratına destek vermeli, yardımcı olmalıydı. Üçüncüsü; İran, Hizbullah ve ABD'nin terörist olarak tanımladığı diğer örgütlere yardımı kesmeliydi. İran ayrıca, kendi ülkesinden el-Kaide'ye finansal destek gitmediğinden de emin olmak zorundaydı. Straw bir diplomat gibi davrandı ama İranlılar istenenleri duyunca, ABD'nin Afganistan konusunda kendilerinden kapsamlı bir işbirliği istediğini gördüler.
Amerikalılar İran'a nasıl bakıyorlarsa, İranlılar da onların du rumuna aynı şekilde baktılar ama Amerikalılar kararlıydı. ABD Afganistan'ı işgal edecekti, kara birliklerinden desteğe ihtiyacı vardı ve İran özellikle kuzeyde en önemli iki yeri kontrol altında tutuyordu. İşbirliği olmazsa ABD saldırısı zor olacaktı. İran ne söylerse söylesin, ABD onların koşullarını kabul etmek durumundaydı.
Cumhurbaşkanı Hatemi, özerkliğe saygı gösterildiği sürece Afganistan'da kara gücü desteği vereceğini söyledi. el-Kaide'nin her iki ülke için de tehdit olduğunu kabul etti ve sınırları kontrol etme konusunda söz verdi. İstihbari işbirliği konusunda garanti vermedi Hatemi ve İsrail karşıtı örgütlere yardımı kesmeyeceğini söyledi. Straw da bundan başka cevap beklemiyordu zaten. İran'ın sınır kontrolünü garanti edemeyeceğini biliyordu ve el-Kaide, Aralık ayında İran'a girince büyük sorun olacaktı bu ama şimdilik temel konuda anlaşmıştı onlarla, İran, karada ABD'yle işbirliği yapacak ve ABD de Şiilerin özerkliğine saygı gösterecekti. Hatemi, Straw'la toplantısına son verip Iran Ulusal Güvenlik Konseyi'yle acil bir toplantı yaptı; plan konusunda bilgi verecek ve kesin karar alacaktı. Straw da Londra ve Washington'a rapor vermek üzere oradan ayrıldı.
Anlaşma en kısa zamanda yapıldı. 26 Eylül'de, Ruslar ve İranlılar anlaşmaya katıldılar. Savaşa devam edilebilirdi ama 11 Ekim'e on beş gün vardı. Durum sanıldığı kadar kötü sayılmazdı çünkü savaş stratejik hava bombardımanıyla başlayacaktı ve kara gücüne henüz gereksinim duyulmayacaktı ama yine de her şey mükemmel değildi. Savaş iki hafta sonra başlayacaktı ve diplomatik çalışmalar daha yeni tamamlanmıştı. ABD'nin Afganistan'a girip çeşitli gruplarla temas kurması, onları işbirliğine ikna etmesi ve onlara ihtiyaçları olan silah ve donanımları sağlaması için sadece birkaç haftası vardı
KAYNAKÇA: Stratfor Düşünce Kuruluşu kurucusu George Friedman - Amerika'nın Gizli Savaşı
Yorumlar
Yorum Gönder