İBN TEYMİYYE: HAYATI HAKKINDA KISA ÖZET
İbn Teymiyye'nin çevresinde verdiği ilk mücadelesi ameli sahada olmuştu. Hicretin 692. (m. 1292) senesi 21 yaşındayken hacca gidip dini görevini yerine getirdiğinde Assaf isminde bir Hristiyanın Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e sövdüğünü haber aldı. Dâru'l-Hadis hocası Zeynuddin el-Fâriki'yi yanına alarak saltanat naibine gitti. Bu Hristiyanın sığındığı Alevi kişi ile halk arasında çıkan kavgada halkı kışkırtmakla suçlanan İbn Teymiyye tutuklandı. Daha sonra ise salıverildi. Bu hâdise Ibn Teymiyye'nin "es-Sârimu'l-Meslúl ală Şâtimi'r-Rasûl" isimli eserini yazmasına sebep oldu."
Ibn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye 13/396
Genç yaşta kaleme aldığı bu eser, yazıldığı tarihten itibaren âlimlerin teveccühünü kazanmıştır. Öyle ki muhaliflerinden Takiyyuddin es-Subkî bile "es-Seyfu'l-Meslûl alá Men Sebbe'r-Rasûl" adlı eserinde bu kitabından bir çok sözünü delil ve şahit gösterme babından nakletmiş ve onun bu eserini methetmiştir.
es-Subki, es-Seyfu'l-Meslül 314, 387,416 ve 417; Daru'l-Feth, 2000
Bu vakıa Ibn Teymiyye nezdinde amelî mücadelenin ilmî mücadelenin önünde geldiğinin açık delilidir. Gerçekten de Ibn Teymiyye'de bütün ilmi ve fikri faaliyetlerin gayesi amel, ibadet ve mücadeledir.
İbn Teymiyye'nin itikadi sahada çevresiyle yaşadığı ilk tartışma ise 698 (m.1298) yılında vukua gelmiştir. Hama halkının akaidle ilgili sorduklan so ruya verdiği eser mahiyetindeki fetvası el-Akidetü'l-Hameviyye (Ibn Teymiyye, Mecmuatu'r-Rasaili'l-Kübra 1/426) ilk gürültüyü koparan telifi olmuştu. Bu eserinde selef akidesini müdafaa ediyor, Allah'ın sıfatlanıyla ilgili naslanı tevil ve ta'tilden (iptal etmekten) uzak, temsile, tekyife ve teşbihe meyletmeksizin almak gerektiğini ifade ediyordu. Onun bu meseledeki usulü tespit ve tenzihti. Eşarilerin bu meseleyle ilgili tevillerinin Mutezilenin tevillerinden pek farklı olmadığını vurguluyordu. Bu hadise Eşari olan çoğu kadı ve fakihin Ibn Teymiyye'ye ateş püskürmesine yetmişti. Bu olay onun kendisinden fetva istenmemesi gereken biri olduğunu ilân etmelerine sebep olmuştu. Onu çirkin bir şekilde haşevi, müşebbihe ve mücessime fırkalarına mensup olmakla itham ediyorlardı.
Ancak Ibn Teymiyye'nin Moğol zulmü altında kıvranan halkı kurtarmak için amansız bir mücadeleye girişmesi, kendisiyle daha fazla uğraşılmasına mani olmuştu. Dışardan gelen Moğol tehlikesi bu hâdiseyi geçici olarak unutturmuştu.
Hicri 699'da (m.1299) Mısır ordusu Vâdi'l-Haznedar'da Moğollara yenilince Moğol komutanı Gazan'a Şam'ın yolu açılmıştı. Bu hadise üzerine korkuya kapılan Şam'ın ileri gelenleri ve âlimleri şehri bırakarak Mısır'a kaçarken Ibn Teymiyye yanına aldığı bazı kişilerle Gazan'ın karşısına çıkmış ve cesur bir şekilde kendisine şu nasihatlerde bulunmuştu:
"Müslüman olduğunu iddia ediyor ve yanında müezzinler, kadı, imam ve şeyh bulunduruyorsun. Peki, öyleyse neden beldelerimize saldırıyorsun? Baban ve deden Hülagü kafir oldukları halde Islâm beldelerine saldırmadılar. Aksine bize ahit verdiler ve ahitlerinde durdular. Sen ise ahit verdin ama ahdini çiğnedin, söz verdin ama sözünde durmadın."
el-Bidaye ve'n-Nihaye 14/102
Bu sözler Gazan'ı yumuşatmış ve esir aldığı Müslümanları serbest bırakmıştı.
Ibn Teymiyye 699'da (m. 1299) bazen Haçlılarla, bazen Moğollarla iş birliği yaparak Müslümanları zor durumda bırakan ve esir aldıkları Sünnileri Haçlılara satan Cebel-i Kesrevan'daki Aleviler (Nusayriye) üzerine bir sefer düzenlenmesi hususunda Emir Kalavun'u ikna etmişti. Räfizîlerin müthiş bir yenilgiye uğradıkları bu gazaya bizzat iştirak etmişti.
Hicri 700'de (m.1300) Sultan Násır'ı Moğollara karşı savaşmaya ikna ve teşvik etmek için Mısır'a gitmişti. Burada İbn Dakiki'l lyd ile görüşme fırsatı bulmuş ve bir müddet sonra Şam'a geri dönmüştü.
el-Ukudu'd-Durriyye syf. 135
Moğollarla hicri 702'de (m.1302) yapılan Şakhab savaşına halkı teşvik etmiş ve onlara "Vallahi bu muharebede zafer kazanacaksınız" diyerek yemin etmişti. Emirler "İnşaallah zafer kazanacaklar, de" dediklerinde ise inşaallah demiş ve bunun temenni değil tahkik/kesinlik cihetiyle olduğunu söylemişti. Onlara şöyle diyordu: "Moğolların safında beni başımın üstünde Kur'an olduğu halde de görseniz beni hemen öldürünüz." Insanlar onun bu nasihatleriyle şevke gelmiş ve Moğol ordusunu yenilgiye uğratmışlardı, Ibn Teymiyye'nin elindeki kılıçla katıldığı bu muharebede Moğolların mağlup edilmesi onun bir kerameti sayılmıştı."
el-Bidaye ve'n-Nihaye 14/27-28.
Daha sonra ortalığın sükun bulması üzerine şeyhin 698'de (m.1298) yazdığı el-Akidetu'l-Hameviyye isimli eseri 705 (m. 1305) senesinde tekrar gündeme getirilmiştir. Bu maksatla kendisini yargılamak için ulema meclisi kurulmuş, ama şeyh bundan beraat etmiştir. Fakat bir müddet sonra sultan şeyhin Mısır'a gönderilmesini istemiştir. Bunun üzerine kendisine hep göz kulak olan ve üzerine titreyen iki kardeşi Şerefuddin ve Zeynuddin ile birlikte yola çıkmıştır.
Yolculuğunda uğradığı Gazze'de verdiği vaaz ilgiyle karşılanmıştır. Ancak İbn Teymiyye Mısır'a geldiği zaman kendisini sorgulayacak fakihler ve kadılar heyetinin mahkeme ile ilgili hazırlık yaptıklarını ve kendisini mahkum etmek için bütün tedbirleri aldıklarını görecektir. Bu mahkemede sorgula ma görevi ise kendisinin hasmi Mâliki kadısı İbn Mahluf'a verilmiş ve diğer üç mezhep kadıları da hakem heyetinde yer almışlardı. Şeyh mahkemede Allah'u Tealâ'ya hamdu sena ile söze başlayınca İbn Mahlûf sözünü kesmiş ve: "Nutuk çekme, ifade ver!" demişti. Şeyh bu meclise ilmî bir tartışma için değil muhakeme için çağrıldığını net olarak görünce: "Hakkımda kim hüküm verecek?" diye sormuş, ona: "Maliki kadısı İbn Mahluf" denilince buna itiraz ederek: "Sen hasmımsın, hakkımda nasıl hüküm verirsin?" deyip onu red detmiştir.
Bu durum karşısında İbn Mahlûf'un kan beynine sıçramış ve şeyhi iki kardeşiyle birlikte hemen Mısır kalesindeki zindana arttırmıştır. Gerekçesi ise İbn Teymiyye nin mezkûr risalesinde dile getirip seleften naklettiği itikadi meseleler olacaktır. İbn Mahlûf insanların onu ziyaret etmek için zindana akın ettiklerini görünce, hızını alamayıp İbn Teymiyye'yi Cebel kalesindeki kuyuya hapsettirecektir. Bunu da Ramazan bayramından bir gün evvel yapacaktır. İbn Mahlûf onun idam edilmesi için birçok kez talepte bulunacak ama Allah bu davasında onu muvaffak kılmayacaktır. Seleften sahih yollarla nakledilen esaslara bağlılığı küfür olarak niteleyip bunu idam sebebi gören, buna rağ men Mısır'da 33 sene kadılık yapan katı görüşlü İbn Mahluf'un bu tutumu şeyhin dostlarını ve yakınlarını eleme boğacaktır.
el-Bidaye ve'n-Nihaye 14/42-46
Şeyh hapiste bir sene kaldıktan sonra saltanat naibi Sallar el-Mansuri kendisini serbest bırakmak için kadı ve fakihlerle istişarelerde bulundu. Bunlarla onun arasını bulmaya çalıştı. Kadı ve fakihler İbn Teymiyye'nin inanç ve kanaatlerinden vazgeçtiğini yazılı olarak bildirmesi ve bunu taahhüt etmesi halinde saliverilmesinin uygun olacağını bildirdiler. Ama o bu şartlı çıkmaya razı olmadı ve teklifleri geri çevirdi. "Tutuklu kimse Rabbine karşı kalbi tutuk olandır, esir ise, düşük arzulara tutsak düşen kişidir." diyerek kendini mahpus ve esir saymıyor, bedeninin zindanda olmasını vicdanının zindanda olması na tercih ediyordu. Bu teklifleri kabul etme için aracılık yapan kişileri altı defa geri çevirecekti.
el-Bidaye ve'n-Nihaye 14/47.
Nihayet emir Hüsameddin Muhenná b. İsa, şeyhi Sallar'la görüşmeye ikna etti. Sallar'ın konağında düzenlenecek bir münazarada şeyh kendisini savunarak haklı olduğunu ispat edecekti. Fakat kadılardan her biri bir mazeret beyan ederek bu toplantıya gelmedi. Toplantıya katılan fakihleri münazarada susturan şeyh, kınına konulan kılıç gibi hiç değişmeden tekrar mücadele meydanına atıldı. 18 ay hapis yattıktan sonra Şam'a dönmesine müsaade edildiği halde Mısır'da kalmayı tercih etti. Burada medreselerde ders, camilerde vaaz verme işine girişti. Serbest bırakıldıktan sonra kendisini hapsettiren hasımlarını affetti ve onlara hakkını helâl ettiğini bildirdi. Diğer taraftan Şam'da bulunan annesine yazdığı içli mektupta bir süre Mısır'da kalması gerektiğini, ama ilk fırsatta kendisini ziyaret etmek için Şam'a geleceğini ifade etti ve ondan hayır dua istedi.
Bu mektubu Mecmu'u'l-Fetavá 28/48'de bulunmaktadır.
Onun Mısır'da kalışının sebebi, bu büyük dávası uğruna biraz da burada mücadele vermekti.
Hicretin 707 (m.1307) senesinin Rebiülevvelinde hapisten çıkan şeyhe aynı sene yine hapishanenin yolu göründü. Şöyle ki; meşhur Şázeli şeyhi İbn Atâullah el-İskenderi etrafına topladığı kalabalık bir dervişler topluluğunu yanına alarak İbn Teymiyye'yi emire şikâyet etti. O, İbn Arabî gibi şeyhlere sövmek ve onlara hakaret etmekle suçlanmişti. Dáru'l-Adl'de toplanan hakemler heyeti şeyhi sorguladı. Fakat mahkûm edemedi. Ancak şikâyetlerin sonu gelmeyince tekrar kovuşturma başladı. Bu sefer şeyhin "Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) de dâhil, darda kalan bir kimsenin duada Allah'tan başkasın dan medet istemesi (istiğase) caiz değildir." demiş olması suç sayılıyor ve bu suretle halk aleyhine kışkırtılıyordu.
el-Bidaye ve'n-Nihaye 14/51
Bu hususları İbn Atâullah ile tartışan şeyh bu sözde suç unsuru bulunmadığını ispat etmiş, ancak baş kadı İbn Cemâa bu sözün Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e karşı bir edepsizlik olduğunu söylemişti. Ne gariptir ki Ibn Teymiyye bu fetvasını delilleriyle ortaya koyduğu halde bunlara cevap veremeyen kadılar sadece bunu söyleyebilmişlerdi. Huzursuzluk gittikçe arttığından bir kargaşanın çıkmasından endişelenen hanedanlık mensupları, şeyhi bir takım şartlanı kabul ederek Şam'a veya İskenderiye'ye gitmesi veya hapse girmesi arasında muhayyer bıraktılar. Şeyh hapse girmeyi tercih etti. Ama talebe ve dostlarının ısrarlı ricaları üzerine Şam'a gitmeyi kabul ederek hicri 707 senesinin Şevval'inde yola çıktı. Fakat aynı gün yoldan çevrilerek geri getirildi. Kadıların bir kısmı hapsi gerektiren bir durumun mevcut olmadığı kanaatinde olduklarından bu husustaki hükme katılmamışlardı. Lakin baş kadı "Hapsedilmesinde kendisi için maslahat var" diye diretince aralarında ihtilâf çıktı. En sonunda şeyh "Ben maslahata göre hareket ederim" diyerek hapse girmeye razı oldu ve ihtilâf sona erdi. Şeyh sonra kadilar hapishane sine gönderildi.
el-Ukudu'd-Durriyye 287
Ibn Teymiyye'yi mümkün mertebe himaye eden Sultan Nâsir b. Kalavun bir ara tahttan uzaklaştırıldığı zaman iktidarı ele geçiren Muzaffer Baybars el-Câşnegir ve hocası Nasr el-Menbici, İbn Arabi'nin tasavvuf görüşlerini benimsediklerinden şeyhi İskenderiye'ye sürgün ettiler. Hicretin 709 senesinin Safer ayında İskenderiye'ye gelen şeyh, burada bir burçta sekiz ay kadar hapis yattı. İskenderiye'de Vahdet-i Vücutçular kuvvetli olduklarından oraya sürgün edilen şeyhe halkın eziyet edeceği umulmuştu. Ama o burada talebe ve dostlarından teşekkül eden samimi bir muhit meydana getirmekte gecikmedi.
el-Bidaye ve'n-Nihaye 14/56;
el-Ukudu'd-Durriyye 287.
Her ne kadar Nasr el-Menbici şeyhe düşmanlık edip İbn Arabi'ye intisap etse de, şeyh İbn Teymiyye ona yazdığı nasihat içerikli mektubunda onun "Arif, abid, zahid ve örnek bir zat" olduğunu belirterek ona hayır duada bulunmuştur.
Ibn Teymiyye, Mecmuatu'r-Rasail ve'l-Mesail 1/161.
Bunu ise düşmanlıkların son bulup ümmet içinde ülfetin oluşması için yapıyordu.
Daha sonra 709 senesinin Ramazan bayramında iktidarı tekrar ele geçirip Kahire'ye dönen Sultan Nâsır ilk iş olarak şeyhi İskenderiye'den getirtip Mısır'ın Hüseyniye mahallesine yerleştirdi. Sonra sultan kendisini iktidardan uzaklaştıran ve Ibn Teymiyye'yi sürgün eden Baybars el-Câşnegir tarafını tutan fakih ve kadıları cezalandırmak için İbn Teymiyye'den fetva istedi. Ama şeyh bu isteğe karşı çıkarak, bahsedilen âlimleri övdü, onları hayırla yâd etti ve sultana "Şâyet bunlanı öldürürsen bir daha onlar gibisini bulamazsın" diyerek af tavsiye etti. Sultan şeyhe bunların ona eziyet edip zulmettiklerini söyledi. Şeyh "Kim bana eziyet ettiyse ben onlara hakkımı helâl ediyorum. Kim de Allah'a ve Rasûlüne eziyet etmişse Allah ondan intikam alacaktır." dedi. Bunun üzerine sultan onları bağışladı.
el-Bidaye ve'n-Nihaye 14/61
Ibn Teymiyye'nin bu hali karşısında bir zamanlar onu idam ettirmek için her fırsatı gözeten amansız düşmanı İbn Mahlûf bile şöyle demek zorunda kalacaktı: "Doğrusu biz Ibn Teymiyye gibisini görmedik. Biz onu öldürmek için elimizden gelen her şeyi yapıp insanları ona karşı kışkırttık, ama buna güç yetiremedik. O ise buna güç yetirince bizi affetti ve bizi savundu."
el-Bidaye ve'n-Nihaye 14/61.
Şüphesiz ki onun bu merhameti ve affı büyüklüğünden kaynaklanıyordu. Zira merhamet edip bağışlamak büyüklüğün şanından bulunuyordu.
Ibn Teymiyye bütün gücüyle Hüseyniye'de ders ve vaaz faaliyetine devam ediyor ve halkı irşad ediyordu. Gittikçe öğrencileri, taraftarları ve dostları çoğalıyordu. Bu durum karşısında düşmanları kaygılanıyor ve bunun önüne geç mek istiyorlardı. Ancak onu durdurabilmek için ellerinden bir şey gelmiyordu.
Hicri 711 (m.1311) senesinin Şaban ayında Kahire'de bir camide şeyhi yalnız bulan Ebu'l Hasen el-Bekri isimli bir sufi şeyhi, adamlarıyla birlikte onu dövmüş ve kendisine eziyet etmişti. Bunu ise şeyhin "Duada Allah'tan başkasından medet dilemek caiz değildir." demesi ve buna benzer fetvalan için yapmıştı. Zira gulat-ı sufilerden olan Ebu'l Hasen el-Bekri ölülerden medet dilemenin faziletine inanıyor ve insanları buna teşvik ediyordu. Hatta bu nedenle o, şeyhi bu fetvasından dolayı tekfir etmişti. el-Bekri'nin bu cahilane tavırları her geçen gün artarak devam etmişti. Başkalarını da olur olmaz tekfir etmesi ve huzursuzluk ortamı çıkarması nedeniyle sultan tarafından tutuklanıp öldürülmesi için emir verildi. Bunun üzerine el-Bekri ölüm korkusuyla Ibn Teymiyye'nin Mısır'daki evine gelip orada saklandı. Sonra şeyh ve bazı ilim ehli onun için şefaatçi oldular ve sultanın hışmından onu kurtardılar.
el-Bidaye ve'n-Nihaye 14/80-132;
el-Ukudu'd-Durriyye 286;
İbn Receb, ez-Zeylu ala Tabakáti'l-Hanabile 4/517
Ibn Teymiyye, el-Bekri'nin kendisini tekfir etmesi akabinde ona bu meseledeki hatalarını beyan etmek için "el-Istiğâse fi'r-Reddi ala'l-Bekri" isimli bir ciltlik eserini yazdı. Bu eserde Allah'tan başka kimseye dua edilmemesi gerektiğini delilleriyle ortaya koyup, onun tutunduğu delillerin çürüklüğünü izah etti. Sonra onun kendisini tekfir ettiğini, ama kendisinin onu tekfir etme diğini belirterek orada şu ibretlik sözü söyledi: "Bu sebeple onun bizi cehaleti ve iftirasıyla tekfir edişine aynı şekilde karşılık vermedik. Tıpkı bir adamın diğer bir adam aleyhine fuhuş iftirası atmasıyla o iftira atılanın da iftiracıya aynı şekilde karşılık vermesinin olamayacağı gibi."
el-İstigase fi'r-Reddi ale'l Bekri 254 ve 388
Hicretin 712 senesinin Şevval'inde Moğolların Suriye'ye hücuma geçtiklerini haber alan Sultan Nâsır onlara karşı bir ordu hazırlayıp yola çıkarınca, şeyh de gaza niyetiyle ordu ile birlikte Mısır'dan yola çıktı. Fakat Askalan'a gelince savaş olmayacağını fark etti ve bu nedenle buradan Kudüs'e geçti. Mescid-i Aksa'yı ziyaret ettikten sonra Mısır'da yedi sene yedi ay kalmış olan iki kardeşi, dost ve talebeleriyle birlikte 712 (m.1312) senesinin Zilkade ayında Şam'a geldi. Büyük bir kalabalık, eş ve dostları tarafından orada muhabbetle karşılandı.
el-Bidaye ve'n-Nihaye 14/76.
İbn Teymiyye Şam'a geldikten sonra fıkıh ve hukuk çalışmalarına ağırlık verdi. Oysa daha önce itikad ve iman konularına ağırlık veriyordu. Fakihlerin, çağın hukuki meselelerini halletmede yetersiz kaldıklarını gören ve maslahat esasına büyük önem veren şeyh, bu sefer hukukî meseleleri incelemeye ve araştırmalarının sonucunu fetvalar halinde neşretmeye başladı.
İbn Teymiyye yemin kastıyla verilen talákları geçerli saymayıp, bunu yapan kimsenin bu sözüyle karısını boşamış sayılmayacağını ifade etmişti. Bu yüzden devrin fakihleri küplere binmişlerdi. Ulemanın ateş püskürdüğünü gören Hanbeli baş kadısı Şemseddin b. Müslim, Ibn Teymiyye'ye durumun önemini anlattı ve bu fetvadan vazgeçmesi için kendisini ikna etti. Şeyh yapılan tavsiye ve önerileri fitneye sebebiyet vermemek için kabul etti. Bu hâdise 718 senesinin Rebiulevvel ayında vâki olmuştu.
el-Bidaye ve'n-Nihaye 14/99;
İbn Abdulhadi bu olayın Rebiülahir ayında olduğunu belirtmiştir, bk, el-Ukudu'd-Durriyye 341.
Aynı senenin Cemaziyelula ayında sultanın Mısır'dan gönderdiği bir yazıyla şeyh bu yolda fetva vermekten resmen menedildi. Bu durum Şam'da da ilân edildi. Fakat tavsiye üzerine bu konuda fetva vermekten vazgeçtikten sonra resmi bir yazıyla bu fetvadan menedilmesi şeyhte aksi tesir yaptı. "Ben ilmi gizleyemem" diyerek, konulan yasağa uyup ilmî ve vicdanî kanaatini gizli tutmayı uygun bulmadı. Bu işin hapishanede biteceğini de biliyordu. Buna rağmen inanç ve vicdan yasağını tanımamayı görev bildi. Bu durumu öğrenen sultan, şeyhi bu işten tekrar menetti.
29 Ramazan 719'da (m. 1319) sultanın fermanı, kadı ve müftülerin hazır bulunduğu bir mecliste şeyhe tebliğ edildi ve kendisi talak meselesindeki fetvası nedeniyle tekrar kınandı. Fakat şeyh kanaatinden vazgeçmedi. Bunun üzerine saltanat naibi 720 yılının Receb ayında dört mezhep kadı, müftü ve fakihlerinin de iştirak ettikleri bir meclis kurdu. Şeyh burada şiddetle kınandı ve sonra Şam Kalesi'ne hapsedilmesine karar verildi. Orada 5 ay 18 gün hapis yattıktan sonra sultandan gelen ferman ile 721 senesinin Muharreminde serbest bırakıldı.
el-Ukudu'd-Durriyye 341-342
Hapisten çıkan şeyh ders ve fetva vermeye devam etti. Eserlerini tekrar gözden geçirdi. Fakat hasımları boş durmuyor, her fırsattan faydalanarak onu mahkûm etmeye çalışıyorlardı. Nihâyet peygamberlerin ve salihlerin kabirlerini ziyaret meselesini ortaya attılar. Şeyhin bu konuda 17 yıl önce verdiği fetvayı konu ederek kendisine karşı hücuma geçtiler. Kabir ziyareti için uzun seferlere çıkmanın caiz olmadığını söyleyen İbn Teymiyye'nin bu fetvasının Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in kabrine de şamil olduğunu söyleyerek bunu ona karşı bir edepsizlik addettiler. Bu nedenle şeyhin cezalandırılması gerektiğini iddia ettiler.
Hadisçi bir ailede yetişen, küçüklüğünden beri hadis okuyup okutan, sünnete uymayı bir şiar haline getiren, Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e küfrettiğini haber alınca Hristiyan Assaf'ı saltanat naibine şikâyet eden, bu yüzden dövülüp hapsedilen ve bu maksatla "es-Sârimu'l-Meslül alá Şâtimi'r Rasûl" adıyla bir ciltlik eser yazan, Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in adı her anıldığında salavat getiren, Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in yaşam tarzına özü ve sözüyle bağlı kalmayı, sünnetini yüceltmeyi ve bunu bidatlerden anındırmayı en ulvi hizmet sayan İbn Teymiyye, Nebî (sallallahu aleyhi ve sellem)'e karşı edepsizlik yapmakla suçlanıyordu.
Şeyhin bu durumunu görüşmek için kurulan meclise iştirak eden kadı ve müftülerden bazıları hapsini, bazıları sürgün edilmesini, bazıları tazir cezasıyla cezalandırılmasını, bazıları dilinin kesilmesini, bazıları da idam edilmesini teklif etmişlerdi. Mısır'da sultanın yanında toplanan başka bir grup ise bu işi daha da alevlendirmiş ve şeyhin mutlaka katledilmesi gerektiğini sultandan talep etmişti. Ancak sultan onların bu taleplerini geri çevirecek ve şeyhin hapsedilmesini isteyecekti. Hicri 726 senesinin Şaban ayında hapsini isteyen sultanın fermanı şeyhe tebliğ edilince "Zaten ben bunu bekliyordum, bunda büyük hayırlar vardır" diyerek sevindi.
el-Bidaye ve'n-Nihâye 14/142;
el-Ukudu'd-Durriyye 345;
ez-Zeylu ala Tabakátil Hanabile 4/525.
Şam kalesinde özel olarak hazırlanan bir bölüme kardeşiyle birlikte hapsedildi. Arkasından talebe ve dostlarından bir grup da yakalanarak tutuklandı ve işkence edildi. Sonra sadık ve vefakâr talebesi İbn Kayyim el-Cevziyye hariç diğerleri serbest bırakıldı.
İbn Teymiyye'nin vefatına kadar sürecek bu hapsedilişi 2 sene 3 ay süre cekti. Şeyh burada vaktinin çoğunu Allah'a ibadet ve dua etmekle geçiriyordu. Geri kalan vakitlerde eserlerini gözden geçiriyor, onlara son şeklini veriyor ve burada kendisine sorulan suallere cevap veriyordu. Nasr el-Menbici'nin talebesi Takiyuddin b. el-İhnái isimli Maliki kadısına yazdığı "er-Reddu alá'l Ihnai" adlı reddiyeyi de burada kaleme almıştı.
""İbn Teymiyye hapse atılmasına sebep olan bu görüşünde Nebî (sallallahu aleyhi ve sellem) 'in "Mescid-i Haram, Mescid-i Nebî ve Mescid-i Aksa dışında hiç bir mescit için sefere (şeddu'r-rihâl) çıkılmaz, " (Sahih-i Buhari, Fadlu's-Salat 1189 ve Sahih-i Muslim, Hac 1397) hadisi şerifini hareket noktası kabul ediyordu.
Cenaze gömüldükten sonra günlerce şeyhin menkibeleri, faziletleri, meziyetleri, mücadelesi, samimiyeti, cesareti, kerameti ve ilmi diràyeti konu şulmuştu. Pek çok kişi rüyasında onu ahirette iyi bir halde görmüştü. Sonra onun hakkında övücü yazılar yazan âlimler, şiirler ve mersiyeler söyleyen şairler bu büyük imamin hatırasıni ebedileştirmişlerdi.
Yorumlar
Yorum Gönder