Hz.Ömer'in Yağmur Duası - İstiska - Tevessül Şüphesi


Enes b. Malik radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, O şöyle demektedir:
“Yağmur yağmayıp kıtlık olduğu zaman,Ömer b. Hattab radıyallahu anh, Abbas b. Abdulmuttalib radıyallahu anh ile yağmur ister ve şöyle derdi:

“Allah’ım! Biz peygamberini vesile ederek yağmur isterdik, Sen de bize yağmur verirdin. Şimdi de Sana peygamberimizin amcasını vesile ediyoruz, bize yağmur ihsan et.”
(Enes der ki:) “Hemen yağmur verilirdi.”(1)

Birincisi: Eser sahihtir ve hayattayken Nebi aleyhisselam’ın duasıyla,vefatından sonra ise hayatta olan diğer salihlerin duasıyla tevessüle delildir.
Ayrıca eser, Nebi aleyhisselam’ın zatıyla tevessülün meşru olmadığının,sahabenin de buna icma ettiğinin en açık göstergesidir.

Nebi aleyhisselam’ın zatıyla tevessül etmek yerine Abbas’ın duasıyla tevessül etmeleri ve aralarından bu­na itiraz eden kimsenin olmaması,bu gerçeği açıkça or­taya koymaktadır.
İkincisi: Ömer radıyallahu anh’ın, “Biz peygamberi­ni vesile ederek yağmur isterdik.” sözünü doğru anla­mak için Nebi aleyhisselam hayattayken O'nu ne şekilde ve­sile edip yağmur istediklerine bakmak yeterli olacaktır.
Acaba O hayattayken, “Ya Rabbi, peygamberin hür­metine, O'nun hatırı için, O'nun hakkı için” diyerek zatını mı vesile edip yağmur istiyorlardı, yoksa O'na gidip yağmur ihsan etmesi için Allah’a dua etmesini mi istiyorlardı?
Hiç kimse, bütün hadis külliyatının altını üstüne de getirse birinci ihtimali isbat edebilecek tek bir rivayet da­hi getiremez.

İkinci ihtimalin ise doğru ve hatta müteayyin oldu­ğuna, Sahihayn’da ve diğerlerinde Enes, İbn-i Ömer ve diğerlerinden gelen rivayetler açıkça delalet etmektedir.

Örneğin Sahihayn’da rivayet edilen hadiste Enes radıyallahu anh şöyle anlatmaktadır:
“Bir keresinde Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Cu­ma hutbesi verirken bir adam geliverdi. “Ya Rasûlallah, yağmurlar kesildi, kıtlık oldu, Allah’a dua et de bize yağ­mur yağdırsın.” dedi. O da dua etti ve hemen yağmur yağdırıldı.”(2)

Öyleyse,“Peygamberimizi vesile ederek yağmur isterdik.” ifadesinin yegane anlamı,bu rivayetlerde açık­ça anlatıldığı gibi,“Peygamberimizin duasını vesile ederek yağmur isterdik.” demektir. Zira aksinin bir ör­neği dahi yoktur.

Ayrıca İsmaili’nin Müstahrec’inde aynı Enes riva­yetinin başındaki “Nebi aleyhisselamzamanında yağmur kesilip kıtlık olduğu zaman, onunla yağmur isterler, o da onlar için yağmur talebinde bulunur ve yağmur yağardı.”(3) ifadesi, “Biz peygamberimizi vesile ederek yağmur isterdik.” sözünün açıkladığımız anlama geldi­ğinin,aynı rivayette Enesradıyallahu anh’ın ağzından da açıklanmış halidir.

Üçüncüsü: “Peygamberimizi vesile ederek yağ­mur isterdik.” sözünün anlamının,bu konudaki rivayet­lerin açık delaletiyle “Peygamberimizin duasını vesi­le ederek yağmur isterdik.” olduğu anlaşılınca,“Şimdi de peygamberimizin amcasını vesile ediyoruz.” sözünün anlamı da zaruri olarak, “Peygamberimizin amcasının duasını vesile ediyoruz.” demek olur.

Zira Ömer radıyallahu anh’ın sözleri her iki tevessül şeklinin de aynı cinsten olduğunu ifade etmektedir.
Ayrıca Zübeyr b. Bekkar’ın rivayetinde Abbas radı­yallahu anhanhuma’nın ne şekilde dua ettiği, duanın lafızla­rının ne olduğunu göstermeden evvel, ortada Abbas’ın yaptığı bir dua olduğunu göstermektedir.

Abdurrezzak’ın İbn-i Abbas radıyallahu anhuma’dan yaptığı rivayette “Ömer radıyallahu anh,musallada yağmur talebinde bulundu. Abbas’a “Kalk, yağmur iste.” dedi ve Abbas da kalktı.” şeklindedir.

İbn-i Hacer diyor ki: “Bununla,zikri geçen kıssada kendisinden (yağmur için dua etmesi) istenen kişinin Ab­bas olduğu ortaya çıkar.”(4)

Yani Ömer radıyallahu anh, Nebi aleyhisselam hayattay­ken ondan dua etmesini istedikleri gibi, vefatından sonra da Abbas radıyallahu anhuma’dan yağmur için dua etmesi­ni istemiş, o da dua etmiştir.

Beyhaki’nin hadis için koyduğu başlık, konuyu onun da böyle anladığını göstermektedir. Beyhaki diyor ki:
Duasının bereketi umulan kimselerle istiska yapma babı”(5)
Buhari’nin şarihlerinden, Şafiî olan İbn-i Hacer ile Hanefî olan Ayni, hadisten çıkarılacak hükümler arasın­da şunu zikretmektedirler:
“Peygamber’in ehl-i beytiyle,salah ve hayır eh­li kimselerden duacı olmalarını istemenin (istişfa) müstehab oluşu”(6)
Hanbelî olan İbn-i Kudame de şöyle demektedir:
“Salih oldukları görünen kimselerle istiska yap­mak müstehabdır. Çünkü onların duası, kabul edil­meye daha yakındır.”(7)

Dördüncüsü: Ömer radıyallahu anh’ın Nebi aleyhisselam’ı değil de Abbas radıyallahu anhuma’yı vesile etmiş ol­ması iki şeye delalet eder:
Birincisi; Nebi aleyhisselam vefat ettiği için artık on­dan dua isteme ihtimali kalmamıştır. Bundan dolayı dua isteme imkanı olan, hayattaki salih birinden, Abbas radı­yallahu anhuma’dan dua etmesini istemiştir.

İkincisi ise, Nebi aleyhisselam’ın zatı ile tevessül et­mek, sahabenin uygulamadığı, meşru olmayan bir iştir. Eğer meşru olsaydı, böyle sıkıntılı bir durumda onunla tevessül etmeyi bırakıp da onunla kıyas bile edilmeye­cek Abbas radıyallahu anhuma ile tevessül etmeye kalkış­mazdı.
Bu, Ömer radıyallahu anh’ın hatırına gelmese, saha­beden diğerleri sessiz kalmaz, onu ikaz ederek buna kar­şı gelirlerdi.

Ömer radıyallahu anh’ın, “Ya Rabbi, Nebi’nin hatırı­na bize yağmur ver.” diyerek onun zatıyla tevessül et­meyi terkedip bir başkasının duasıyla tevessül etmesi, hem de böyle bir sıkıntılı durumda mevcud sahabenin tü­münün de bunu ikrar etmeleri, Nebi aleyhisselam’ın zatıy­la tevessülün sahabenin uygulamasında olmayan gay­rımeşru bir iş olduğunun en açık delilidir.

Ayrıca bu, Ömer radıyallahu anh’a has bir uygulama değildir.
Müminlerin dayısı sayılan Muaviye radıyallahu anh da benzer bir kıtlık zamanında Yezid İbnu’l-Esved el-Curaşi ile tevessül ederek şöyle demektedir:
“Allah’ım! Biz bugün en hayırlımız ve en faziletlimi­zin Sana karşı şefaatçimiz olmasını istiyoruz. Allah’ım, biz, Yezid İbnu’l-Esved el-Curaşi’nin Sana karşı şefaatçi­miz olmasını istiyoruz. Ey Yezid, ellerini Allah’a kaldır.”
Ardından Yezid ellerini kaldırır, insanlar da kaldırır­lar. Az bir zaman geçmeden öyle bir yağmur yağmaya başladı ki neredeyse evlerine varamadılar.”(8)
Yezid İbnu’l-Esved, tabiîndendir. Nebi aleyhisselam’ın ehl-i beytinden de değildir. Bu olay da sahabe ve tabiînden bir topluluk önünde cereyan etmiştir.

Beşincisi: Ömer radıyallahu anh’ın Nebi sallallahu aley­hi ve sellem ile değil de Abbasradıyallahu anhuma ile teves­sül etmesini, Hoşafçı’nın s. 165’de Kevseri’den naklet­tiği gibiDaha faziletli biri mevcud olduğu halde ondan daha az faziletli biriyle tevessül etmenin caiz olduğunu göstermek”le açıklamaya çalışmak, Elbani’nin dediği gibi “acayip,” hatta gülünç bir kıvırma yoludur.
Hoşafçı’nın kendisinin de s. 163’de belirttiği şekil­de birden fazla tekrar etmiş bu olayda, Ömerradıyallahu anh, her seferinde cevazını göstermek için mi Nebi aley­hisselam ile değil de Abbas radıyallahu anhuma ile tevessül etmiştir?

Muaviye radıyallahu anh’ın Nebi aleyhisselam ile değil de Yezid İbnu’l-Esved’le tevessül etmesi de başka bir şe­yin cevazını göstermek için midir?

s. 158’de Kevseri’den nakledildiği gibi “Peygambe­rimizin amcası ile tarzındaki tevessül, Abbas’ın peygam­ber efendimize olan yakınlığı ve onun yanındaki konu­muyla tevessül manasına geliyor, böylelikle bu tevessül aynı zamanda peygamber ile tevessül demek oluyor.” ise, Yezid İbnu’l-Esved ile olan tevessül, onun kime olan yakınlığı iledir? Onunla yapılan tevessül de aynı zaman­da peygamberle tevessül demek olur mu?
Altıncısı: s. 159’da “İbn-i Ömer, Ebu Talib’in şiiri­ni terennüm eder.” deyip şiirin tercümesini (Ve hiçbir ka­vim) yüzüyle (veya zatıyla) bulutlardan (insanlar tarafın­dan Allah’ın) yağmur (yağdırması) istenen hiçbir beyaz (zat)’ı (geriye bırakmadı).” şeklinde veren Hoşafçı ardın­dan diyor ki: Mümin olmayan Ebu Talib’in şu sözü mü­minleri nasıl bağlar diyecek akıldaneler çıkabilir. Burada mühim olan nokta, İbn-i Ömer’in onu terennüm etmesi ve İmam Buhari’nin onu Sahih’ine almasıdır.
Birinci rivayette İbn-i Ömer’in bu şiiri söylediğini aktaran Buhârî, ardından yaptığı ayrı bir rivayette, İbn-i Ömer’in bu şiirin yanında söylediği başka bir sözü de ak­tarmaktadır.

İbn-i Hacer, Buhari’nin ikinci rivayeti aktarmasının sadece şiiri ihtiva eden birinci rivayetin, ikincinin muhtasa­rı olduğunu açıklamak için yaptığına işaret etmektedir.

Ardından şöyle söylemektedir: “Bunun sebebi, ikin­ci rivayetteki “Yağmur isteyen Nebialeyhisselam’ın yü­züne bakınca sanki şairin sözü aklıma geldi.” lafzıdır. Bu lafız, yağmur istemeyi bizatihi Nebi aleyhisselam’ın yaptığına delalet eder. Ayrıca İbn-i Ömer’in, İslam’da gerçekleşen -kendisinin de hazır olduğu- bir kıssaya işa­ret ettiğini, Ebu Talib’in şiirinin delalet ettiği şeyi ifade etmekten ibaret olmadığını gösterir.”(9)
Yani İbn-i Ömer, Nebi aleyhisselam’ın bizatihi yağ­mur duası yaptığı bir vakıada onun yüzüne bakınca, Ebu Talib’in bu şiirinin aklına geldiğini ve söylediğini ifade et­miştir. Şiirin delalet ettiği şeyi değil.

Hoşafçı bu ikinci rivayeti ve İbn-i Hacer’in bu açık­lamasını görmedi mi dersiniz?

Ayrıca İbn-i Ömer’in Nebi aleyhisselam’ı yağmur du­ası yaparken görüp hatırlayarak söylediği bu şiirden şer’i bir meseleye delil çıkarmaya çalışıp İbn-i Ömer’in beyanı­nın ve İbn-i Hacer’in açıklamasının aksine “Rasûlullah’ın duasıyla değil zatıyla tevessül etmek suretiyle yağmur is­temek vardır.” diyen Hoşafçı, parantezlerle yaptığı ilave­lerden dolayı görmemiş olacak, ama aynı şiirin lafzında, Allah’tan değil bulutlardan yağmur istemek de var­dır.

Yani ona göre, Nebi aleyhisselam’ın yüzü veya zatıy­la tevessül edip yağmur istemenin meşru oluşuna delalet eden şiir, yağmuru Allah’tan değil bulutlardan isteme­nin caiz olduğuna da delalet etmekte midir?

Yedincisi: s. 158’de Kevseri’den naklen diyor ki Ömer’in Abbas ile istiskası, Rasûl-i Ekrem’in hiçbir nida­yı işitmeyen meyyit olmasından ve Allah nezdinde onun itibarının, mevki ve makamının (cah) olmamasından kay­naklanmış değildir. Hâşâ, böyle bir anlayış apaçık bir if­tira olmuş olur.
Hoşafçı bu sözle aklınca okuyucuya Nebi aleyhisselam’ın zatıyla tevessülü meşru görmeyenlerin, onun Al­lah nezdinde itibarı, mevkii ve makamı olduğunu kabul etmedikleri için bunu meşru görmediklerini ima etmeye çalışmaktadır.

Oysa “apaçık- olmasa da- iftira” asıl budur!

Hoşafçı ve herkes şunu iyi bilmelidir ki bizler Efen­dimiz aleyhisselam’ın veya sair enbiyanın ya da evliya ve salihlerin zatıyla tevessül meşru değildir derken, hâşâ ve kella, onların Allah nezdindeki itibarlarını, mevkilerini, ma­kamlarını ve cahlarını asla ve kat’a inkâr ediyor değiliz.

Bizler Efendimiz aleyhisselam’ı sevmede, onun sün­netine ittiba etmede, ihtilaf ettiğimiz konularda onu ha­kem tayin edip vereceği hükme, kalbimizde hiçbir sıkıntı duymadan teslim olmada, -inşaallah- insanların en gay­retlileriyiz.
Ona olan sevgimiz ve bağlılığımız, şiirler okuyup ilahiler söyleyip yalancı gözyaşları döktükten sonra, sıra sahih sünnetiyle amel etmeye, ihtilafta O’nu hakem tayin edip vereceği hükme teslim olmaya gelince, türlü baha­nelerle -Buhari ve Müslim’in ittifak ettiği hadisler bile ol­sa- inkâr etmeye, inkâr edemediklerini de falan ve filanın görüşlerine uymuyor diye amel etmeye layık görmemeye yeltenen hasmımızınki gibi değildir.

Bizler -elhamdülillah- O'nun sahih sünnetiyle amel etmeye, bu amelin kimin görüş, düşünce ve içtihadına aykırı olduğuna iltifat etmeden hazırız. Ve -inşaallah- bu­na iltizam ediyoruz.

Taklid ettiğimiz imamımızın görüşüne aykırı bir ayet veya hadis varsa onu peşinen mensuhveya tevile açık ilan ederek, Rabbimizin kitabı ve Efendimizin sahih sün­netini arkaya atmaya hazır hasmımız gibi yapmıyor, Ki­tap ve sünnete aykırı olan görüş kimden sadır olursa ol­sun hata kabul edip reddederek, tercihimizi hata yapma­sı muhtemel âlimin içtihatından değil, içinde hata olması mümteni, Rabbimizin Kitabı ve Efendimizin sahih sünne­tinden yana yapıyoruz.

Bunu da imanın bir gereği sayıyoruz.
Okuyucu, içindeki hadislerin sahih olduğunu üm­metin kabulle telakki ettiği Buhari ve Müslim gibi kitap­lardan birini eline alıp “Peygamber’in sünnetlerinden birini bile terkettiğimi görürseniz, peşimden gelmeyi bırakın.” diyenlerin yanlarına gitsin de, bu sahih sünnet­lerle amel etmeye ne kadar hazır olduklarını , filan ve falanın görüşüne uymuyor diye, türlü bahane­lerle bu sahih sünnetleri ihtiva eden sahih hadisleri inkâr edip atıl duruma getirdiklerini bir görsün!

Sekizincisi: s. 159’da selefilerin, aslında onların il­tizam etmediği bir şeyle onları ilzam etmeye çalışarak Şevkani’nin “Peygamberle, hayatında tevessül sabit ol­muştur. Ayrıca vefatından sonra ondan başkasıyla da sahabenin sukuti icması ile tevessül sabit olmuştur.” söz­lerini aktarmaktadır.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in hayatında ya­pılan tevessülün, -âmâ hadisinde de, burada da- zatıy­la değil duasıyla yapılan tevessül olduğu dâhilî ve haricî karinelerle isbat edildikten sonra Şevkani’nin bu yanlış anlayışı, selefiler için hiçbir şey ifade etmez. Dahası onu mezhebsiz, Selefi ve Vahhabi olarak gören -siz- halefi­ler için de bir şey ifade etmez.

Ortada sahabenin icması olduğu hakikattır. An­cak bu icma, Şevkani’nin yanlış anlayışı üzerine bina ettiği gibi bir başkasının zatıyla tevessülün caiz olduğu üzerine değil, bizim karinelerle isbat ettiğimiz gibi Nebi aleyhisselam’ın zatıyla tevessülün meşru olmadığı üzeri­ne akdedilmiştir.

Dokuzuncusu: s. 164’de diyor ki: “İbn-i Hacer ve İbn-i Ruşeyd, Hz. Abbas’ın ‘vesile edinin’ ifadesinin, dua isteyin manasında olmadığını ifade etmişlerdir.
Hoşafçı bu sözüyle ilim ehlinin ibarelerini anlama­madaki marifetini de herkese göstermektedir.

1- Hoşafçı’nın yanlış aktardığı sözün sahibi, İbn-i Hacer ve İbn-i Rüşeyd değildir.

İbn-i Hacer, rivayetin terceme/Buhari’nin başlığı ile münasebetiyle alakalı İsmaili’nin bir itirazını, ardından da bu cevaba yapılan bir takibi, takib sahibini belirtmeden, mechul sigasıyla aktarmaktadır. Hoşafçı’nın bahsettiği söz, sahibi belli olmayan bu takibde geçmektedir.

2- Hoşafçı’nın “vesile edinin” olarak aktardığı söz onun dediği gibi Hz. Abbas’a değil Ömerradıyallahu anh’a aittir.
3- Hoşafçı’nın “vesile edinin” diye aktardığı söz, “Önceden onunla vesile ettiklerine” dair olan Ömer ra­dıyallahu anh’ın sözüdür.

4- Kime ait olduğu belli olmayan takipteki ibare şöy­ledir:
“Ömer’in “önceden onu vesile ettiklerine” dair olan sözü, ondan, sadece kendileri için istiska yapmasını is­tediklerine delalet etmez. İhtimal ki iki durumda da bu ko­nuda onun da duacı olmasını isteyerek (istişfa) Allah’tan yağmur taleb ediyor olabilirler”(10)

Hoşafçı’nın parantez içi ibarelerle sürekli istişfa kelimesine vurgu yapıp, bununla prim yapmaya çalışma­sı da anlamsızdır. İstişfa yani şefaatçi olmasını istemek, sadece duacı olmasını istemektir.

5- İbn-i Hacer’in sonunda “güzel” tabiriyle destekle­diği, İbn-i Ruşeyd’in bu konu ile ilgili ifadesi şudur:
“İbn-i Ruşeyd dedi ki: “İhtimal ki tercemeyle daha evla yollu delil getirmeyi murad etmiştir. Çünkü Allah’tan onunla isteyince kendilerine yağmur yağıyorsa, isteme­ye onu takdim etmeleri daha evladır.” Bitti. Bu (açıklama) güzeldir.”(11)

Bütün bunların anlamı şudur: Buhari bu rivayeti “Kıtlık olduğu zaman, insanların devlet başkanından yağmur duasına çıkmasını istemeleri” başlığı altında serdetmektedir.

Şarihlerden bir kısmı bu rivayette, devlet başkanı olmasına rağmen, insanların Ömerradıyallahu anhu’dan yağmur duasına çıkmasını istemelerine dair bir şey ol­madığını,yani rivayetin başlığa uygun olmadığını söyle­yince, diğer bir kısmı da rivayetle başlık arasında müna­sebet aramaktadırlar.

Yani mesele “buradaki tevessülün” ne anlama geldiğinden çok, rivayetle tercemenin münasebeti ile ala­kalıdır.
Hoşafçı gibi art niyetli birisi de bu münakaşa ara­sından, sözü de söyleyeni de maksadını da delaletini de çarpıtarak, çarpık naklinden çarpık anlayışına gerekçe aramaya çalışmaktadır.

Yoksa Beyhaki, Ayni ve İbn-i Kudame gibi İbn-i Hacer’de buradaki tevessülün ne anlama geldiğini, şer­hin sonundaki hadisten çıkan hükümler bölümünde açık­ça ifade etmiştir.

Onuncusu: s. 165 ve sonrasında,  içeriği Ömer radıyallahu anh’ın bir baş­kasıyla değil de neden Abbas radıyallahu anh ile tevessül ettiğinden ibaret olan, bunun sebebini Nebialeyhisselam’ın Abbas radıyallahu anh’ı,  babası gibi görüp ona hürmet etmesi olarak açıklayan zayıf bir rivayetle, bir ka­şık suda fırtına koparmaya çalışmaktadır.

Sahih olduğu takdirde bile bu söylediğimizden baş­ka bir şeye delil olmayacak olan bu rivayet de zaten, isnadındaki Davud b. Ata nedeniyle zayıftır.

Davud için İmam Ahmed “hiçbir şey değildir,” Ebu Hatim “Kavi değil, hadisi zayıf ve münkerdir,” Darakutni “metruktur,” Buhari ve Ebu Zur’a ise “münkeru’l-hadistir” demektedir.

İbn-i Hibban da “Hadislerde vehmi çoktur. Hata­sının çok oluşundan ve doğrularına galib gelmesinden, hiçbir surette onunla ihticac edilmez.” demektedir.”(12)
Özetle, İbn-i Hacer’in de söylediği gibi Davud “zayıftır.”(13)
s. 166’da Alauddin Muğlatay’ın “Davud’un hadisini hakim şahitler de rivayet etmektedir.” sözünü aktardıktan sonra diyor ki: “Demek ki Hakim, bu rivayeti bilmeden, kendi sahihlik şartıyla çelişerek yapmadı. Aksine diğer sahih rivayetleri pekiştirmek için yaptı.
Diyoruz ki, hangi diğer sahih rivayetleri?!
Diyor ki: Şahitlerde her zaman sıhhat şartı aran­maz… Ancak her zayıf ravi, şahid ve mutabi olmaya el­verişli değildir.
Diyoruz ki, “‘metruk,’ ‘münkeru’l-hadis’ ve ‘hiçbir su­rette kendisiyle ihticac edilemez’ olan Davud, şahid ve mütabi olmaya elverişli olmayanlardandır!
Diyor ki: “Her zayıflıkla suçlanan ravi, hadisi zayıf yapmaz.
Diyoruz ki: “Vasıfları bunlar olan Davud yapar!
s. 167’de, Elbani’nin, iddiasını zayıflatacağından do­layı, Zehebi’nin sözünü makasladığını ifade ettikten sonra,Zehebi’nin  sözünü şöyle aktarıyor “Bu rivayet, Banyasi’nin cüzünde ali (ravileri daha az ve en az diğerinin ravileri kadar değer­li veya onlardan daha kıymetli bir isnadla) mevcuddur. Benzeri bir rivayet, İbn-i Abbas’tan sahih olarak gelmiş­tir. Davud ise metruktur.” Elbani’nin bunu söylememesi­ne ne demeli?”

Hoşafçı, ilim ehlinin tabirlerine ecnebi olduğu için Banyasi’nin cüzünde uluvv ile olan “bu rivayetin” aynı Davud yoluyla, ancak Hakim’in şeyhlerinden bir veya da­ha fazla eksik ravilerle bulunduğunu anlamamaktadır.
Parantez içine, iştahlı iştahlı âli’nin tanımını yaz­maya çalışırken gözünün önündeki Zehebi’nin “benzeri bir rivayet Enes’den”(14) sözünü, “İbn-i Abbas’tan” diye yanlış aktarmaktadır.

Hoşafçı bunların, Elbani’nin iddiasını ne şekilde za­yıflatacağını bize anlatırsa biz de Elbani’nin bunu söyle­memesine ne cevap vereceğimizi düşünürüz!

Bu durumda diyeceğimiz şudur: Davud’tan bahse­den Elbani’nin bütün bunları aktarmasına ne gerek var ki?!
s. 168’de ki “Belki Davud, Hakim’e göre sağlamdır. Ne bildiniz?” sözü ise sanıyoruz taraftarlarını bile utandı­racak cinsten, ucuz yollu bir muğalatadan başka bir şey değildir.

s. 167’de diyor ki: “Elbani, Zübeyr b. Bekkar ile Belazuri’nin senetlerindeki farklılığı, yerini gösterme­den sanki kendisi bulmuş gibi Fethu’l-Bari’den alıp he­men çelişki, yani ızdırabı gördü ve keşfediverdi ama İbn-i Hacer’in “Zeyd’in iki şeyhi olabilir.” dediğini söylemedi! Öyle ya, olabilir ki önce babasından almıştır. Sonra İbn-i Ömer’den alma şerefine kavuşmuştur. Veya aynı hadi­seye şahid olan babasını ve İbn-i Ömer’i dinlemiştir. En­gel ne, hevanın esiri olmak mı?”

1- Izdırab, söz konusu rivayetin zayıflanmasındaki yegane sebeb değildir. Davud’un metruk olduğunu söy­ledikten sonra Davud’dan rivayet eden Saide b. Ubeydil­lah el-Muzeni’nin de tercemesini bulamadığını(15) söyle­yen Elbani, “sonra bir de senette ızdırab var.”(16) diye­rek üçüncü bir vecihten bahsetmektedir.

2- Aynı sayfada bu konudaki umdenin Fethu’l-Bari olduğunu ve Hişam’ın siyakını göremediklerini söyleyen Elbani, bu sözüyle ızdırabı oradan gördüğünü zaten ifa­de etmekte, iddia edildiği gibi “yerini göstermeden, ken­di bulmuş gibi” yapmamaktadır.

3- İbn-i Hacer’in “Zeyd’in iki şeyhi olabilir.” şek­lindeki ifadesi olsa olsa ilim ehlinden sadır olmuş acayip­liklere bir örnek olabilir. Böyle bir ihtimal iki sahih rivayet arasındaki böyle bir ızdırab iddiası üzerine söylenebilir. Buradaki isnadın Zeyd’e kadar olan bölümü sahih değil ki böyle bir ihtimal varid olsun!!

Yani buna engel “hevanın esiri olmak” değil, budur.

4- Hişam’ın Zeyd’den yaptığı rivayetin siyakı nedir bilmiyoruz ki, Davud’unkine muhalif midir, değil midir bir bakalım.


-------------------



(1) Buhari, Sahih, 967
(2) Buhari, Sahih, 1013-1077; Müslim, Sahih, 118
(3) İbn-i Hacer, Fethu’l-Bari, 2/495
(4) İbn-i Hacer, Fethu’l-Bari, 2/495
(5) Beyhaki, Sünenu’l-Kübra, 3/352
(6) İbn-i Hacer, Fethu’l-Bari, 2/497; Ayni, Umdetu’l-Kari, 7/33
(7) İbn-i Kudame, Muğni, 2/439
(8) Ebu Zur’â ed-Dımeşki, Tarih, 1/206; İbn-i Sa’d, Tabakat, 7/444; İbn-i Asakir, Tarih-i Dımeşk, 18/121-124; Zehebi, Siyer, 4/136-137; İbn-i Hacer, İsabe, 6/358-359
(9) İbn-i Hacer, Fethu’l-Bari, 2/495
(10) İbn-i Hacer, Fethu’l-Bari, 2/459
(11) İbn-i Hacer, Fethu’l-Bari, 2/459
(12) İbn-i Hacer, Tehzibu’l-Tehzib, 1/567; Zehebi, Mizanu’l-İ’tidal, 2/13 no: 2512
(13) İbn-i Hacer, Takrib, s. 307 no: 1811
(14) Hakim, Müstedrek, 3/334
(15) Bu ibare Saide’nin de mechul oluşuna bir işarettir. Bilmiyoruz acaba Hoşafçı onun tercümesini bulabildi mi?
(16) Elbani, Tevessül, 67

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İKİNDİ VE YATSI NAMAZININ SÜNNETİ HAKKINDA

ALİMİN - ALİ'NİN YÜZÜNE BAKMAK İBADETTİR RİVAYETLERİ HAKKINDA

İşlerinizi Şaşırdığınızda Kabir Ehlinden Yardım İsteyin Rivayeti