Hz.Ömer'in Yağmur Duası - İstiska - Tevessül Şüphesi
Enes b. Malik radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, O şöyle demektedir:
“Yağmur yağmayıp kıtlık olduğu
zaman,Ömer b. Hattab radıyallahu
anh, Abbas b. Abdulmuttalib radıyallahu anh ile yağmur ister ve şöyle derdi:
“Allah’ım! Biz peygamberini vesile
ederek yağmur isterdik, Sen de bize yağmur verirdin. Şimdi de Sana peygamberimizin
amcasını vesile ediyoruz, bize yağmur ihsan et.”
(Enes der ki:) “Hemen yağmur
verilirdi.”(1)
Birincisi: Eser sahihtir ve hayattayken Nebi aleyhisselam’ın duasıyla,vefatından sonra ise hayatta olan diğer salihlerin duasıyla tevessüle delildir.
Ayrıca eser, Nebi aleyhisselam’ın zatıyla tevessülün meşru olmadığının,sahabenin de buna icma ettiğinin
en açık göstergesidir.
Nebi aleyhisselam’ın zatıyla tevessül etmek
yerine Abbas’ın duasıyla tevessül etmeleri ve aralarından buna itiraz eden
kimsenin olmaması,bu gerçeği açıkça ortaya koymaktadır.
İkincisi: Ömer radıyallahu
anh’ın, “Biz peygamberini vesile ederek yağmur isterdik.” sözünü doğru anlamak için Nebi aleyhisselam hayattayken O'nu
ne şekilde vesile edip yağmur istediklerine bakmak yeterli olacaktır.
Acaba O hayattayken, “Ya Rabbi, peygamberin hürmetine, O'nun
hatırı için, O'nun hakkı için” diyerek zatını
mı vesile edip yağmur istiyorlardı, yoksa O'na gidip yağmur ihsan etmesi için
Allah’a dua etmesini mi istiyorlardı?
Hiç kimse, bütün hadis külliyatının
altını üstüne de getirse birinci ihtimali isbat edebilecek tek bir rivayet dahi
getiremez.
İkinci ihtimalin ise doğru ve hatta
müteayyin olduğuna, Sahihayn’da ve diğerlerinde Enes, İbn-i Ömer ve diğerlerinden gelen rivayetler
açıkça delalet etmektedir.
Örneğin Sahihayn’da rivayet
edilen hadiste Enes radıyallahu
anh şöyle anlatmaktadır:
“Bir keresinde Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem Cuma hutbesi verirken bir adam
geliverdi. “Ya Rasûlallah, yağmurlar kesildi, kıtlık oldu, Allah’a dua et de
bize yağmur yağdırsın.” dedi. O da dua etti ve hemen yağmur yağdırıldı.”(2)
Öyleyse,“Peygamberimizi vesile ederek yağmur
isterdik.” ifadesinin yegane anlamı,bu
rivayetlerde açıkça anlatıldığı gibi,“Peygamberimizin duasını vesile ederek yağmur isterdik.” demektir. Zira aksinin bir örneği dahi yoktur.
Ayrıca İsmaili’nin Müstahrec’inde aynı Enes rivayetinin başındaki “Nebi aleyhisselamzamanında yağmur kesilip kıtlık olduğu zaman, onunla yağmur isterler, o da onlar için
yağmur talebinde bulunur ve yağmur
yağardı.”(3) ifadesi, “Biz
peygamberimizi vesile ederek yağmur isterdik.” sözünün
açıkladığımız anlama geldiğinin,aynı rivayette Enesradıyallahu anh’ın ağzından da açıklanmış halidir.
Üçüncüsü: “Peygamberimizi
vesile ederek yağmur isterdik.” sözünün
anlamının,bu konudaki rivayetlerin açık delaletiyle “Peygamberimizin duasını vesile ederek
yağmur isterdik.” olduğu anlaşılınca,“Şimdi de
peygamberimizin amcasını vesile ediyoruz.” sözünün anlamı da zaruri olarak, “Peygamberimizin amcasının duasını vesile
ediyoruz.” demek olur.
Zira Ömer radıyallahu anh’ın sözleri her iki tevessül şeklinin de aynı cinsten olduğunu ifade
etmektedir.
Ayrıca Zübeyr b. Bekkar’ın rivayetinde
Abbas radıyallahu
anhanhuma’nın ne şekilde dua ettiği, duanın
lafızlarının ne olduğunu göstermeden evvel, ortada Abbas’ın yaptığı bir dua
olduğunu göstermektedir.
Abdurrezzak’ın İbn-i Abbas radıyallahu anhuma’dan yaptığı rivayette “Ömer radıyallahu anh,musallada yağmur
talebinde bulundu. Abbas’a “Kalk,
yağmur iste.” dedi ve Abbas da kalktı.” şeklindedir.
İbn-i Hacer diyor ki: “Bununla,zikri
geçen kıssada kendisinden (yağmur için dua etmesi) istenen kişinin Abbas
olduğu ortaya çıkar.”(4)
Yani Ömer radıyallahu anh, Nebi aleyhisselam hayattayken ondan dua
etmesini istedikleri gibi, vefatından sonra da
Abbas radıyallahu anhuma’dan yağmur için dua
etmesini istemiş, o da dua etmiştir.
Beyhaki’nin hadis için koyduğu başlık,
konuyu onun da böyle anladığını göstermektedir. Beyhaki diyor ki:
“Duasının bereketi umulan kimselerle istiska yapma babı”(5)
Buhari’nin şarihlerinden, Şafiî olan İbn-i Hacer ile Hanefî olan Ayni, hadisten çıkarılacak hükümler arasında şunu zikretmektedirler:
“Peygamber’in
ehl-i beytiyle,salah ve hayır ehli kimselerden duacı olmalarını istemenin
(istişfa) müstehab oluşu”(6)
Hanbelî olan İbn-i Kudame de şöyle demektedir:
“Salih
oldukları görünen kimselerle istiska yapmak müstehabdır. Çünkü onların duası,
kabul edilmeye daha yakındır.”(7)
Dördüncüsü: Ömer radıyallahu
anh’ın Nebi aleyhisselam’ı değil de Abbas radıyallahu anhuma’yı vesile etmiş olması iki şeye delalet eder:
Birincisi; Nebi aleyhisselam vefat ettiği için artık ondan dua isteme ihtimali kalmamıştır. Bundan
dolayı dua isteme imkanı olan, hayattaki salih birinden, Abbas radıyallahu anhuma’dan dua etmesini istemiştir.
İkincisi ise, Nebi aleyhisselam’ın zatı ile tevessül etmek, sahabenin uygulamadığı, meşru olmayan bir
iştir. Eğer meşru olsaydı, böyle sıkıntılı bir durumda onunla tevessül etmeyi
bırakıp da onunla kıyas bile edilmeyecek Abbas radıyallahu anhuma ile tevessül etmeye kalkışmazdı.
Bu, Ömer radıyallahu anh’ın hatırına gelmese, sahabeden diğerleri sessiz kalmaz, onu ikaz ederek
buna karşı gelirlerdi.
Ömer radıyallahu anh’ın, “Ya Rabbi, Nebi’nin hatırına bize yağmur
ver.” diyerek onun zatıyla tevessül etmeyi terkedip bir
başkasının duasıyla tevessül etmesi, hem de böyle bir sıkıntılı durumda mevcud
sahabenin tümünün de bunu ikrar etmeleri, Nebi aleyhisselam’ın zatıyla tevessülün sahabenin uygulamasında olmayan gayrımeşru bir iş
olduğunun en açık delilidir.
Ayrıca bu, Ömer radıyallahu anh’a has bir uygulama değildir.
Müminlerin dayısı sayılan Muaviye radıyallahu anh da benzer bir kıtlık zamanında Yezid İbnu’l-Esved el-Curaşi ile tevessül
ederek şöyle demektedir:
“Allah’ım! Biz bugün en hayırlımız ve en
faziletlimizin Sana karşı şefaatçimiz olmasını istiyoruz. Allah’ım, biz, Yezid
İbnu’l-Esved el-Curaşi’nin Sana karşı şefaatçimiz olmasını istiyoruz. Ey Yezid,
ellerini Allah’a kaldır.”
Ardından Yezid ellerini kaldırır,
insanlar da kaldırırlar. Az bir zaman geçmeden öyle bir yağmur yağmaya başladı
ki neredeyse evlerine varamadılar.”(8)
Yezid İbnu’l-Esved, tabiîndendir. Nebi aleyhisselam’ın ehl-i beytinden de değildir. Bu olay da sahabe ve tabiînden bir
topluluk önünde cereyan etmiştir.
Beşincisi: Ömer radıyallahu
anh’ın Nebi sallallahu aleyhi ve sellem ile değil de Abbasradıyallahu
anhuma ile tevessül etmesini, Hoşafçı’nın s.
165’de Kevseri’den naklettiği gibi“Daha faziletli biri mevcud olduğu halde ondan daha az faziletli biriyle
tevessül etmenin caiz olduğunu göstermek”le
açıklamaya çalışmak, Elbani’nin dediği gibi “acayip,” hatta gülünç bir
kıvırma yoludur.
Hoşafçı’nın kendisinin de s. 163’de
belirttiği şekilde birden fazla tekrar etmiş bu olayda, Ömerradıyallahu anh, her seferinde cevazını göstermek için mi Nebi aleyhisselam ile değil de Abbas radıyallahu
anhuma ile tevessül etmiştir?
Muaviye radıyallahu anh’ın Nebi aleyhisselam ile değil de Yezid İbnu’l-Esved’le tevessül etmesi de başka bir şeyin
cevazını göstermek için midir?
s. 158’de Kevseri’den nakledildiği gibi
“Peygamberimizin
amcası ile tarzındaki tevessül, Abbas’ın peygamber efendimize olan yakınlığı
ve onun yanındaki konumuyla tevessül manasına geliyor, böylelikle bu tevessül
aynı zamanda peygamber ile tevessül demek oluyor.” ise, Yezid İbnu’l-Esved ile olan tevessül, onun kime olan yakınlığı
iledir? Onunla yapılan tevessül de aynı zamanda peygamberle tevessül demek
olur mu?
Altıncısı: s. 159’da “İbn-i Ömer,
Ebu Talib’in şiirini terennüm eder.” deyip şiirin tercümesini “(Ve hiçbir kavim) yüzüyle
(veya zatıyla) bulutlardan (insanlar tarafından Allah’ın) yağmur (yağdırması)
istenen hiçbir beyaz (zat)’ı (geriye bırakmadı).” şeklinde veren Hoşafçı ardından diyor ki: “Mümin olmayan Ebu Talib’in şu sözü müminleri
nasıl bağlar diyecek akıldaneler çıkabilir. Burada mühim olan nokta, İbn-i
Ömer’in onu terennüm etmesi ve İmam Buhari’nin onu Sahih’ine almasıdır.”
Birinci rivayette İbn-i Ömer’in bu şiiri
söylediğini aktaran Buhârî, ardından yaptığı ayrı bir rivayette, İbn-i Ömer’in
bu şiirin yanında söylediği başka bir sözü de aktarmaktadır.
İbn-i Hacer, Buhari’nin ikinci rivayeti
aktarmasının sadece şiiri ihtiva eden birinci rivayetin, ikincinin muhtasarı
olduğunu açıklamak için yaptığına işaret etmektedir.
Ardından şöyle söylemektedir: “Bunun
sebebi, ikinci rivayetteki “Yağmur isteyen Nebialeyhisselam’ın yüzüne bakınca sanki şairin sözü
aklıma geldi.” lafzıdır. Bu lafız, yağmur istemeyi bizatihi
Nebi aleyhisselam’ın yaptığına delalet eder. Ayrıca İbn-i Ömer’in, İslam’da gerçekleşen -kendisinin de
hazır olduğu- bir kıssaya işaret ettiğini, Ebu Talib’in şiirinin delalet ettiği şeyi ifade etmekten ibaret
olmadığını gösterir.”(9)
Yani İbn-i Ömer, Nebi aleyhisselam’ın bizatihi yağmur duası yaptığı bir vakıada onun yüzüne bakınca, Ebu
Talib’in bu şiirinin aklına geldiğini ve söylediğini ifade etmiştir. Şiirin delalet ettiği şeyi
değil.
Hoşafçı bu ikinci rivayeti ve İbn-i
Hacer’in bu açıklamasını görmedi mi dersiniz?
Ayrıca İbn-i Ömer’in Nebi aleyhisselam’ı yağmur duası yaparken görüp hatırlayarak söylediği bu şiirden şer’i bir
meseleye delil çıkarmaya çalışıp İbn-i Ömer’in beyanının ve İbn-i Hacer’in
açıklamasının aksine “Rasûlullah’ın
duasıyla değil zatıyla tevessül etmek suretiyle yağmur istemek vardır.” diyen Hoşafçı, parantezlerle yaptığı ilavelerden dolayı görmemiş olacak,
ama aynı şiirin lafzında, Allah’tan
değil bulutlardan yağmur istemek de vardır.
Yani ona göre, Nebi aleyhisselam’ın yüzü veya zatıyla tevessül edip yağmur istemenin meşru oluşuna delalet
eden şiir, yağmuru Allah’tan değil bulutlardan istemenin caiz olduğuna da
delalet etmekte midir?
Yedincisi: s. 158’de Kevseri’den naklen diyor ki “Ömer’in Abbas ile istiskası, Rasûl-i Ekrem’in hiçbir
nidayı işitmeyen meyyit olmasından ve Allah nezdinde onun itibarının, mevki ve
makamının (cah) olmamasından kaynaklanmış değildir. Hâşâ, böyle bir anlayış
apaçık bir iftira olmuş olur.”
Hoşafçı bu sözle aklınca okuyucuya Nebi aleyhisselam’ın zatıyla tevessülü meşru görmeyenlerin, onun Allah nezdinde itibarı,
mevkii ve makamı olduğunu kabul etmedikleri için bunu meşru görmediklerini ima
etmeye çalışmaktadır.
Oysa “apaçık- olmasa da- iftira” asıl budur!
Hoşafçı ve herkes şunu iyi bilmelidir ki
bizler Efendimiz aleyhisselam’ın veya sair enbiyanın ya da evliya ve salihlerin zatıyla tevessül meşru
değildir derken, hâşâ ve kella, onların Allah nezdindeki itibarlarını,
mevkilerini, makamlarını ve cahlarını asla ve kat’a inkâr ediyor değiliz.
Bizler Efendimiz aleyhisselam’ı sevmede, onun sünnetine ittiba etmede, ihtilaf ettiğimiz konularda onu
hakem tayin edip vereceği hükme, kalbimizde hiçbir sıkıntı duymadan teslim
olmada, -inşaallah- insanların en gayretlileriyiz.
Ona olan sevgimiz ve bağlılığımız,
şiirler okuyup ilahiler söyleyip yalancı gözyaşları döktükten sonra, sıra sahih
sünnetiyle amel etmeye, ihtilafta O’nu hakem tayin edip vereceği hükme teslim
olmaya gelince, türlü bahanelerle -Buhari ve Müslim’in ittifak ettiği hadisler
bile olsa- inkâr etmeye, inkâr edemediklerini de falan ve filanın görüşlerine
uymuyor diye amel etmeye layık görmemeye yeltenen hasmımızınki gibi değildir.
Bizler -elhamdülillah- O'nun sahih
sünnetiyle amel etmeye, bu amelin kimin görüş, düşünce ve içtihadına aykırı
olduğuna iltifat etmeden hazırız. Ve -inşaallah- buna iltizam ediyoruz.
Taklid ettiğimiz imamımızın görüşüne
aykırı bir ayet veya hadis varsa onu peşinen mensuhveya tevile açık ilan ederek, Rabbimizin
kitabı ve Efendimizin sahih sünnetini arkaya atmaya hazır hasmımız gibi
yapmıyor, Kitap ve sünnete aykırı olan görüş kimden sadır olursa olsun hata
kabul edip reddederek, tercihimizi hata yapması muhtemel âlimin içtihatından
değil, içinde hata olması mümteni, Rabbimizin Kitabı ve Efendimizin sahih sünnetinden
yana yapıyoruz.
Bunu da imanın bir gereği sayıyoruz.
Okuyucu, içindeki hadislerin sahih
olduğunu ümmetin kabulle telakki ettiği Buhari ve Müslim gibi kitaplardan
birini eline alıp “Peygamber’in
sünnetlerinden birini bile terkettiğimi görürseniz, peşimden gelmeyi bırakın.” diyenlerin yanlarına gitsin de, bu sahih sünnetlerle amel etmeye ne
kadar hazır olduklarını , filan ve falanın görüşüne uymuyor diye, türlü bahanelerle
bu sahih sünnetleri ihtiva eden sahih hadisleri inkâr edip atıl duruma
getirdiklerini bir görsün!
Sekizincisi: s. 159’da selefilerin, aslında onların iltizam etmediği bir şeyle onları
ilzam etmeye çalışarak Şevkani’nin “Peygamberle, hayatında tevessül sabit olmuştur. Ayrıca vefatından sonra
ondan başkasıyla da sahabenin sukuti icması ile tevessül sabit olmuştur.” sözlerini
aktarmaktadır.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in hayatında yapılan tevessülün, -âmâ hadisinde de, burada da- zatıyla
değil duasıyla yapılan tevessül olduğu dâhilî ve haricî karinelerle isbat
edildikten sonra Şevkani’nin bu yanlış anlayışı, selefiler için hiçbir şey
ifade etmez. Dahası onu mezhebsiz,
Selefi ve Vahhabi olarak gören -siz- halefiler
için de bir şey ifade etmez.
Ortada sahabenin icması olduğu
hakikattır. Ancak bu icma, Şevkani’nin yanlış anlayışı üzerine bina ettiği
gibi bir başkasının zatıyla tevessülün caiz olduğu üzerine değil, bizim
karinelerle isbat ettiğimiz gibi Nebi aleyhisselam’ın zatıyla tevessülün meşru
olmadığı üzerine akdedilmiştir.
Dokuzuncusu: s. 164’de diyor ki: “İbn-i Hacer ve İbn-i Ruşeyd, Hz. Abbas’ın ‘vesile edinin’ ifadesinin, dua
isteyin manasında olmadığını ifade etmişlerdir.”
Hoşafçı bu sözüyle ilim ehlinin
ibarelerini anlamamadaki marifetini de herkese göstermektedir.
1- Hoşafçı’nın yanlış aktardığı sözün sahibi, İbn-i Hacer ve İbn-i Rüşeyd
değildir.
İbn-i Hacer, rivayetin
terceme/Buhari’nin başlığı ile münasebetiyle alakalı İsmaili’nin bir itirazını,
ardından da bu cevaba yapılan bir takibi, takib sahibini belirtmeden, mechul
sigasıyla aktarmaktadır. Hoşafçı’nın bahsettiği söz, sahibi belli olmayan bu
takibde geçmektedir.
2- Hoşafçı’nın “vesile
edinin” olarak aktardığı söz onun dediği gibi Hz. Abbas’a değil Ömerradıyallahu
anh’a aittir.
3- Hoşafçı’nın “vesile
edinin” diye aktardığı söz, “Önceden onunla vesile ettiklerine” dair olan Ömer radıyallahu
anh’ın sözüdür.
4- Kime ait olduğu belli olmayan takipteki ibare şöyledir:
“Ömer’in “önceden onu vesile
ettiklerine” dair olan sözü, ondan, sadece kendileri için istiska yapmasını istediklerine
delalet etmez. İhtimal ki iki durumda da bu konuda onun da duacı olmasını
isteyerek (istişfa) Allah’tan yağmur taleb ediyor olabilirler”(10)
Hoşafçı’nın parantez içi ibarelerle
sürekli istişfa kelimesine vurgu yapıp, bununla prim yapmaya çalışması da anlamsızdır. İstişfa yani şefaatçi olmasını istemek, sadece duacı olmasını istemektir.
5- İbn-i Hacer’in sonunda “güzel” tabiriyle desteklediği, İbn-i Ruşeyd’in bu konu ile ilgili ifadesi
şudur:
“İbn-i Ruşeyd dedi ki: “İhtimal ki
tercemeyle daha evla yollu delil getirmeyi murad etmiştir. Çünkü Allah’tan
onunla isteyince kendilerine yağmur yağıyorsa, istemeye onu takdim etmeleri
daha evladır.” Bitti. Bu (açıklama) güzeldir.”(11)
Bütün
bunların anlamı şudur: Buhari bu rivayeti “Kıtlık olduğu zaman, insanların devlet
başkanından yağmur duasına çıkmasını istemeleri” başlığı altında serdetmektedir.
Şarihlerden bir kısmı bu rivayette,
devlet başkanı olmasına rağmen, insanların Ömerradıyallahu anhu’dan yağmur duasına çıkmasını istemelerine dair bir şey olmadığını,yani
rivayetin başlığa uygun olmadığını söyleyince, diğer bir kısmı da rivayetle
başlık arasında münasebet aramaktadırlar.
Yani mesele “buradaki tevessülün” ne anlama geldiğinden çok, rivayetle tercemenin münasebeti ile alakalıdır.
Hoşafçı gibi art niyetli birisi de bu
münakaşa arasından, sözü de söyleyeni de maksadını da delaletini de
çarpıtarak, çarpık naklinden çarpık anlayışına gerekçe aramaya çalışmaktadır.
Yoksa Beyhaki, Ayni ve İbn-i Kudame gibi
İbn-i Hacer’de buradaki tevessülün ne anlama geldiğini, şerhin sonundaki
hadisten çıkan hükümler bölümünde açıkça ifade etmiştir.
Onuncusu: s. 165 ve sonrasında, içeriği Ömer radıyallahu anh’ın bir başkasıyla değil de neden Abbas radıyallahu anh ile tevessül
ettiğinden ibaret olan, bunun sebebini Nebialeyhisselam’ın Abbas radıyallahu anh’ı, babası gibi görüp ona hürmet etmesi olarak açıklayan zayıf bir
rivayetle, bir kaşık suda fırtına koparmaya çalışmaktadır.
Sahih olduğu takdirde bile bu
söylediğimizden başka bir şeye delil olmayacak olan bu rivayet de zaten,
isnadındaki Davud b. Ata nedeniyle zayıftır.
Davud için İmam Ahmed “hiçbir şey
değildir,” Ebu Hatim “Kavi değil, hadisi zayıf ve münkerdir,” Darakutni
“metruktur,” Buhari ve Ebu Zur’a ise “münkeru’l-hadistir” demektedir.
İbn-i Hibban da “Hadislerde vehmi
çoktur. Hatasının çok oluşundan ve doğrularına galib gelmesinden, hiçbir
surette onunla ihticac edilmez.” demektedir.”(12)
Özetle, İbn-i Hacer’in de söylediği gibi
Davud “zayıftır.”(13)
s. 166’da Alauddin Muğlatay’ın “Davud’un
hadisini hakim şahitler de rivayet etmektedir.” sözünü aktardıktan sonra diyor
ki: “Demek ki Hakim, bu
rivayeti bilmeden, kendi sahihlik şartıyla çelişerek yapmadı. Aksine diğer
sahih rivayetleri pekiştirmek için yaptı.”
Diyoruz ki, hangi diğer sahih
rivayetleri?!
Diyor ki: “Şahitlerde her zaman sıhhat şartı aranmaz…
Ancak her zayıf ravi, şahid ve mutabi olmaya elverişli değildir.”
Diyoruz ki, “‘metruk,’ ‘münkeru’l-hadis’
ve ‘hiçbir surette kendisiyle ihticac edilemez’ olan Davud, şahid ve mütabi
olmaya elverişli olmayanlardandır!
Diyor ki: “Her zayıflıkla suçlanan ravi, hadisi
zayıf yapmaz.”
Diyoruz ki: “Vasıfları bunlar olan Davud yapar!”
s. 167’de, Elbani’nin, iddiasını
zayıflatacağından dolayı, Zehebi’nin sözünü makasladığını ifade ettikten
sonra,Zehebi’nin sözünü şöyle aktarıyor “Bu rivayet, Banyasi’nin cüzünde ali
(ravileri daha az ve en az diğerinin ravileri kadar değerli veya onlardan daha
kıymetli bir isnadla) mevcuddur. Benzeri bir rivayet, İbn-i Abbas’tan sahih olarak gelmiştir.
Davud ise metruktur.” Elbani’nin bunu söylememesine ne demeli?”
Hoşafçı, ilim ehlinin tabirlerine ecnebi olduğu için Banyasi’nin cüzünde uluvv ile olan “bu rivayetin” aynı Davud yoluyla, ancak Hakim’in şeyhlerinden bir veya daha fazla
eksik ravilerle bulunduğunu anlamamaktadır.
Parantez içine, iştahlı iştahlı âli’nin
tanımını yazmaya çalışırken gözünün önündeki Zehebi’nin “benzeri bir rivayet Enes’den”(14) sözünü, “İbn-i Abbas’tan” diye yanlış aktarmaktadır.
Hoşafçı bunların, Elbani’nin iddiasını
ne şekilde zayıflatacağını bize anlatırsa biz de Elbani’nin bunu söylememesine
ne cevap vereceğimizi düşünürüz!
Bu durumda diyeceğimiz şudur: Davud’tan
bahseden Elbani’nin bütün bunları aktarmasına ne gerek var ki?!
s. 168’de ki “Belki Davud, Hakim’e göre sağlamdır. Ne
bildiniz?” sözü ise sanıyoruz taraftarlarını bile utandıracak cinsten, ucuz yollu
bir muğalatadan başka bir şey değildir.
s. 167’de diyor ki: “Elbani, Zübeyr b. Bekkar ile
Belazuri’nin senetlerindeki farklılığı, yerini göstermeden sanki kendisi
bulmuş gibi Fethu’l-Bari’den
alıp hemen çelişki, yani ızdırabı gördü ve keşfediverdi ama İbn-i Hacer’in
“Zeyd’in iki şeyhi olabilir.” dediğini söylemedi! Öyle ya, olabilir ki önce
babasından almıştır. Sonra İbn-i Ömer’den alma şerefine kavuşmuştur. Veya aynı
hadiseye şahid olan babasını ve İbn-i Ömer’i dinlemiştir. Engel ne,
hevanın esiri olmak mı?”
1- Izdırab, söz konusu rivayetin zayıflanmasındaki yegane sebeb değildir.
Davud’un metruk olduğunu söyledikten sonra Davud’dan rivayet eden Saide b.
Ubeydillah el-Muzeni’nin de tercemesini bulamadığını(15) söyleyen Elbani, “sonra bir de senette ızdırab var.”(16) diyerek üçüncü bir vecihten bahsetmektedir.
2- Aynı sayfada bu konudaki umdenin Fethu’l-Bari olduğunu ve
Hişam’ın siyakını göremediklerini söyleyen Elbani, bu sözüyle ızdırabı oradan
gördüğünü zaten ifade etmekte, iddia edildiği gibi “yerini göstermeden, kendi bulmuş gibi” yapmamaktadır.
3- İbn-i Hacer’in “Zeyd’in iki
şeyhi olabilir.” şeklindeki ifadesi olsa olsa ilim
ehlinden sadır olmuş acayipliklere bir örnek olabilir. Böyle bir ihtimal iki
sahih rivayet arasındaki böyle bir ızdırab iddiası üzerine söylenebilir.
Buradaki isnadın Zeyd’e kadar olan bölümü sahih değil ki böyle bir ihtimal
varid olsun!!
Yani buna engel “hevanın esiri olmak” değil, budur.
4- Hişam’ın Zeyd’den yaptığı rivayetin
siyakı nedir bilmiyoruz ki, Davud’unkine muhalif midir, değil midir bir
bakalım.
-------------------
(1) Buhari, Sahih, 967
(2) Buhari, Sahih, 1013-1077; Müslim, Sahih, 118
(3) İbn-i Hacer, Fethu’l-Bari, 2/495
(4) İbn-i Hacer, Fethu’l-Bari, 2/495
(5) Beyhaki, Sünenu’l-Kübra, 3/352
(6) İbn-i Hacer, Fethu’l-Bari, 2/497; Ayni, Umdetu’l-Kari, 7/33
(7) İbn-i Kudame, Muğni, 2/439
(8) Ebu Zur’â ed-Dımeşki, Tarih, 1/206; İbn-i Sa’d, Tabakat, 7/444; İbn-i Asakir, Tarih-i
Dımeşk, 18/121-124; Zehebi, Siyer, 4/136-137; İbn-i Hacer, İsabe, 6/358-359
(9) İbn-i Hacer, Fethu’l-Bari, 2/495
(10) İbn-i Hacer, Fethu’l-Bari, 2/459
(11) İbn-i Hacer, Fethu’l-Bari, 2/459
(12) İbn-i Hacer, Tehzibu’l-Tehzib, 1/567; Zehebi, Mizanu’l-İ’tidal, 2/13 no: 2512
(13) İbn-i Hacer, Takrib, s. 307 no: 1811
(14) Hakim, Müstedrek, 3/334
(15) Bu ibare Saide’nin de mechul
oluşuna bir işarettir. Bilmiyoruz acaba Hoşafçı onun tercümesini bulabildi mi?
(16) Elbani, Tevessül, 67

Yorumlar
Yorum Gönder