TARİKATLARDAKİ GENEL BOZUKLUKLARA BİRKAÇ ÖRNEK
Güneşler Güneşi - Turgut Ulusoy, A. Fikri
Yavuz,
Uluçınar Yayınları,
İstanbul-1974
Uluçınar Yayınları,
İstanbul-1974
1. Şeyhle mürid’in aynıleşmesi sapıklığı
(S.40)
Bu da, şühûd ve ayan (görme ve bakma)
makamında olan mürşid-i kâmile, müridin, kalbini bağlamasından ibarettir .
Çünkü kâmil şeyh bir oluğa benzer. İçindeki feyzi, kendisine bağlanan müridin
kalbine akıtır. Eğer müridi, bu bağlantıda biraz zaiflik ve fersîzlik görürse
şeyhinin suretim hâtıza-sına alıp hayâlini ezberlem si lâzımdır. Çünkü mürid
şeyhinin suretini ezberlemekle, onun hâl ve vasıflarına bürünür ki, müridin bu
makamına şeyhde yok olma fenâ-fişşeyh makaamı derler. Bu, ilk makamdır.
Allah'da yok olma, yâni fenâ-fillâh bundan sonradır. İşte rabıtanın bu şekli,
müridin seyr-i sülûkünde, kendisine lâzımdır. Bir mürîd, devam ettirdiği bu
bağlantı hâlinde şeyhin yüzü, göz önüne getirilir ken sekir ve gıybet (dalma ve
gayıb olma) bulursa, o zaman şeyhinin hayaline bakmayı bırakır, gözünü sekir ve
gıybet hâline çevirir.
2. Mürid’in şeyhinin ruhaniyetinden yardım
istemesi şirki (S.42)
Müridin, Allah'da yok olan kamil şeyhinin
ruhaniyyetinden yardım dilemesi ve şeyh hazretlerinin huzurunda iken, yüzüne
fazla edeb ve hürmetle bakıldığı gibi, gıybet halinde de şeyhi tarafından ruhen
irşad edilmesi ve hazırlatılması sebebiyle kendisinde huzur ve nurun
belirmesidir. Ve şeyhin yüzüne fazla riayet etmesinden dolayı, içinin kirli ve
bozuk şeylerden temizlenmesidir.
3. “Veliler öldükten sonra da
bulunabilirler.” Yalanı (S.46)
Hafız Sübûtî, velilerin, ölümlerinden
sonra da tasarrufta bulunduklarına dair açık delillerin bulunduğunu ayrıca
yazmaktadır.
Mâliki imâmIarından <El-Muhtasar> adlı eserin Sahibi Şeyh Halil (R.A.) buyurdular ki:
«Bir velinin veliliği tahakkuk edip sabit olduğu zaman, ruhâniyyetinde dilediği surete girmek, o veliye mümkün olur.»
Mâliki imâmIarından <El-Muhtasar> adlı eserin Sahibi Şeyh Halil (R.A.) buyurdular ki:
«Bir velinin veliliği tahakkuk edip sabit olduğu zaman, ruhâniyyetinde dilediği surete girmek, o veliye mümkün olur.»
4. Halkı Nakşi tarikatına bağlama
sapıklığı (S.102-103)
Büyük Kutup, Yüce Gavs, Efendimiz (Allah
sırrını takdis etsin) hazretler i, Şeyh Abdullah el-Haydari el-Hâlidi ve diğer
halifeler ve müridler büyük bir cemaat halinde Bağdat'dan Şam-ı Şerife hicret
ediyorlardı. Şam arazisine geldikler i zaman Safvek bin Faris diye meşhur
Şemmer kabilesin den bir yol kesen, bir çok yardımcıları ile beraber korkunç
bir şekilde gelip mübarek kafileyi soymaya başladı. Adı geçen adam şöyle
anlatıyor. Pek çok yardımcılarımla Efendimiz'in kafilesine hücum ettiğim zaman
kafileden beyaz elbiseli, ata binmiş, korkunç, ve heybetli birisi göründü. O zat
gözlerimiz önünde o kadar büyüdü ki, büyük dağ kadar oldu. Geçen kaafile ile
aramızda büyük bir engel teşkil etti. Artık kaafilede kileri seçemez olduk.
Boyunun uzunluğu semaya kadar varır gibi bir büyük dağ misali, ismi geçen zatı
görünce bir korku titremesi gelerek mızraklarımız elimizden düştü. Sonra da
herkes hayvanlarından aşağı düştüler. Bu hadiseden sonra bu kafilede Allah'ın
velîlerinden bir zat olduğunu anladık. Bir ağızdan aman aman, afvedin, afvedin
diye çağrıştık. Bunun üzerine kafile görünmeye başladı. Kafilede Mevlânâ Hazret
Halidi görünce hepimiz kusurlarımızın affını rica ve niyaz" ettik. El ve
ayaklarına sarılarak tevbe ve istiğfar eyledik. Kalktığımız yere lütfen
buyurmaz mısınız dedik. Müridleri ile kaldığımız yeri teşrif ettiler. Biz de
teşekkür olarak yüz deve kurban eyledik. Fakat üstad hazretler i pişirilen
etlerden yemediler . Aynı şekilde müridleri de yemediler . Ancak «bunların
fakır Arablara dağıtılmasını» emrettiler. Ondan sonra Şâm-ı Şerife doğrularak
yola koyuldular. Adı geçen zat her Bağdat'a vardıklarında bu hadiseyi
anlatırdı.
5. Mürid’in şeyhine ibadet etme kaideleri
(S.320-322)
Mürşid-i kâmil edebelerinden biri de:
Mürşidini Resûlüllahın vekili ve Allahu Tealâ nın alemde zilli (gölgesi) olduğunu bilip îtikad etmektir. Müridde şeyhine karşı öyle bir rabıta bulunması gerekir ki, şeyhinin reddetmes i, Allah ve Resulünün de reddetmes i demek olduğu kalbine iyi-ce yerleşmelidir.
Bununla beraber mürşidde bir rûhâniyyet var-dır ki, bütün hâllerde, müridden asla ayrılmaz.
Bu hususda kardeşlerimizden bâzıları, mürşidin rûhâniyyetinin üzerlerinde hâzır ve kendileri ne nâ-zır olduklarını gördükleri için uykuda bile ayak u-zatamazlar. Eğer mürid bu haleti görmezse görür gibi îtikad etsin.
Bu itikad ile terbiye olan mürid ile, yukanda îzah olunan mürşidin rûhâniyyetini gören mürid feyizde müsavi olur.
Ahir nefes yâni son nefese kadar böyle hâlini devam ettiren sâlik elbette son nefesinde ve kabrinde münkir-nekir suâl ve cevâbında mürşidinin rûhâniyyetinin delaletiy le selâmetle ruhunu Allaha teslim eder. Kabirde de sorgu melekleri nin cevâbını kolaylıkla vermek mümkün olur. Biiznillâhi teâlâ.
Malûm olduğu üzere şeytân mürşid-i kâmilin cismâniyyet ve ruhâniyyetinden kaçar. Yine bilindiği üzere ruhâniyyette perde, madde ve müddet yoktur. Kardeşlerimizden bâzıları vefat eden müridin kabrine teveccühünde rûhânıyyet-i mürşidi kabrinde keşif ile görüp, ona imdâd ve teselliye t verdiğini ve kabir dehşetini teskin eylediğini müşahede etmiş ve söylenilen hâlet ise,kudretullaha ait oldu-ğu şüphesizdîr.
Kudret-i Hakka îman etmek îmanın başıdır.
Bu babda aklın tasarrufu ve te'sîri bulunmadığını îman ve îtikad etmelidir .
Bir de Hak Teâlâ hazretler i mürşid-i kâmile maddî gözün göremiyeceği «gıybet» mâna gözü vermiştir ki, mâna kulağı ihsan buyurmuştur ki, uzaklık ve yakınlık farkı olmaksızın her mesafedek i eş-.yâ ve varlığın her hâlinden haberdardır. Bunu da
mürid tarafından böyle bilinmesi ni îtikad etmesi lâzımdır. Çünkü hadîs-i kudsîde :
(La yezalul abdü yetekarre bü ileyye binnevâfi-. li...) buyurulma sı yukarıda işaret edilen manevî göz. ve kulağın hâilsiz ve perdesiz, uzak, yakın mefhumları aradan kaldırılarak önlerindeki baston gibi gördüklerine delâlet etmektedir.
Mürşidin feyzi doğudan batıya uzanmış müste-id efradına her arı ve zamanda yetişmektedir. Feyzin bol alınmasını ve anahtarını böylece bile ve îtikad ede.
Ehl-i keşif olan mürid, nûr-u mürşidi böyle bilir ve böyle görür. Eğer bir başka mürid bundan eksik görürse, kabahat onun keşif ve rü'yetinde olup. mürşidinin nisbetind e değildir.
Ve yine şöyle îtikad ede:
Mürşidinin uykusu, kendisinin gecelerini ihya etmesinden ve mürşidinin yemesi, kendinin orucundan hayırlı olduğunu çok iyi bilip takdir etmesi lâzımdır.
Mürşidin bir nefesde terakkisi, müridin bütün ömründeki terakkisi mikdârı kadar olduğunu bilmeli.
Mürşidin bir nazarının sâlike dokunması dereceten müridi Bâyezid ve Cüneyd makaamına isal edeceğini, hattâ bu güzel ve berrak ve lâtif nazar bir fâsıka dahî dokunsa onu dahî makaam-ı bâlâya vâ-sil eder. Çünkü: (El mü'minü yenzuru binûrillâhi) (Ve mâ rameyte iz rameyte ve lâkinnallahe remâ) buyurılmuştur
Mürşidini Resûlüllahın vekili ve Allahu Tealâ nın alemde zilli (gölgesi) olduğunu bilip îtikad etmektir. Müridde şeyhine karşı öyle bir rabıta bulunması gerekir ki, şeyhinin reddetmes i, Allah ve Resulünün de reddetmes i demek olduğu kalbine iyi-ce yerleşmelidir.
Bununla beraber mürşidde bir rûhâniyyet var-dır ki, bütün hâllerde, müridden asla ayrılmaz.
Bu hususda kardeşlerimizden bâzıları, mürşidin rûhâniyyetinin üzerlerinde hâzır ve kendileri ne nâ-zır olduklarını gördükleri için uykuda bile ayak u-zatamazlar. Eğer mürid bu haleti görmezse görür gibi îtikad etsin.
Bu itikad ile terbiye olan mürid ile, yukanda îzah olunan mürşidin rûhâniyyetini gören mürid feyizde müsavi olur.
Ahir nefes yâni son nefese kadar böyle hâlini devam ettiren sâlik elbette son nefesinde ve kabrinde münkir-nekir suâl ve cevâbında mürşidinin rûhâniyyetinin delaletiy le selâmetle ruhunu Allaha teslim eder. Kabirde de sorgu melekleri nin cevâbını kolaylıkla vermek mümkün olur. Biiznillâhi teâlâ.
Malûm olduğu üzere şeytân mürşid-i kâmilin cismâniyyet ve ruhâniyyetinden kaçar. Yine bilindiği üzere ruhâniyyette perde, madde ve müddet yoktur. Kardeşlerimizden bâzıları vefat eden müridin kabrine teveccühünde rûhânıyyet-i mürşidi kabrinde keşif ile görüp, ona imdâd ve teselliye t verdiğini ve kabir dehşetini teskin eylediğini müşahede etmiş ve söylenilen hâlet ise,kudretullaha ait oldu-ğu şüphesizdîr.
Kudret-i Hakka îman etmek îmanın başıdır.
Bu babda aklın tasarrufu ve te'sîri bulunmadığını îman ve îtikad etmelidir .
Bir de Hak Teâlâ hazretler i mürşid-i kâmile maddî gözün göremiyeceği «gıybet» mâna gözü vermiştir ki, mâna kulağı ihsan buyurmuştur ki, uzaklık ve yakınlık farkı olmaksızın her mesafedek i eş-.yâ ve varlığın her hâlinden haberdardır. Bunu da
mürid tarafından böyle bilinmesi ni îtikad etmesi lâzımdır. Çünkü hadîs-i kudsîde :
(La yezalul abdü yetekarre bü ileyye binnevâfi-. li...) buyurulma sı yukarıda işaret edilen manevî göz. ve kulağın hâilsiz ve perdesiz, uzak, yakın mefhumları aradan kaldırılarak önlerindeki baston gibi gördüklerine delâlet etmektedir.
Mürşidin feyzi doğudan batıya uzanmış müste-id efradına her arı ve zamanda yetişmektedir. Feyzin bol alınmasını ve anahtarını böylece bile ve îtikad ede.
Ehl-i keşif olan mürid, nûr-u mürşidi böyle bilir ve böyle görür. Eğer bir başka mürid bundan eksik görürse, kabahat onun keşif ve rü'yetinde olup. mürşidinin nisbetind e değildir.
Ve yine şöyle îtikad ede:
Mürşidinin uykusu, kendisinin gecelerini ihya etmesinden ve mürşidinin yemesi, kendinin orucundan hayırlı olduğunu çok iyi bilip takdir etmesi lâzımdır.
Mürşidin bir nefesde terakkisi, müridin bütün ömründeki terakkisi mikdârı kadar olduğunu bilmeli.
Mürşidin bir nazarının sâlike dokunması dereceten müridi Bâyezid ve Cüneyd makaamına isal edeceğini, hattâ bu güzel ve berrak ve lâtif nazar bir fâsıka dahî dokunsa onu dahî makaam-ı bâlâya vâ-sil eder. Çünkü: (El mü'minü yenzuru binûrillâhi) (Ve mâ rameyte iz rameyte ve lâkinnallahe remâ) buyurılmuştur
6. Müridin şeyhi ilah edinip tapınması
(S.325)
Mürşidin iki gözü arası feyiz mahallidir.
Mürşidden gözünü ayırmaya. Eğer kalb gözü açıksa yâni ehl-i rü'yetten ise,
rü'yet ile ve eğer değil ise, vicdan ve ikan ile nazar eyleye. Bundan sonra
bağlantının yâni rabıtanın nefis hazînesine girmesini sağlaya. Bu iş de onbeş
dakika kadar süre. İşte bu tahayyüle yukarıda da îzah edildiği üzere rabıta
diye isim verilmiştir. Bu rabıta pek mühimdir. Gerek şeytanın ve gerekse nefsin
yola gelmesind e ve fey-yâz-ı hakikîden feyz-i ilâhinin ihsanına ve Hâk celle
ve alâyâ vüsülete başlıca âmîldîr.
Bazı ulu zâtlar rabıtanın zikirden hayırlı
olduğunu beyan buyurmuşlardır. Bu da bâzı mübtedi sâ-liklerin hâline nisbetle
demektir.
Kısacası: Müridin itikadı şöyle muhkem
olmalıdır. Eğer mürşidim beni kabul ederse, Allah yanında makbul olurum. Eğer
Hak Teâlâ'nın dergâhından atılsam yâni koğulsam mürşidim beni kabul eylemekten
gayri bana necat yoktur, diye cezim eyleye.
Şunu da kayıt ve ilâve edelim ki, mürid olan kimse, mürşidiyle irtibatı, hakikî sevgiyi ve hizmeti ne kadar arttırırsa o nisbette füyûzâta mazhar olur.
Şu kadar ki, her günkü dersini, mürşidi tarafından kendisine verilen evradı yapmak şarttır.
Şunu da kayıt ve ilâve edelim ki, mürid olan kimse, mürşidiyle irtibatı, hakikî sevgiyi ve hizmeti ne kadar arttırırsa o nisbette füyûzâta mazhar olur.
Şu kadar ki, her günkü dersini, mürşidi tarafından kendisine verilen evradı yapmak şarttır.
Yorumlar
Yorum Gönder