Peygamberimiz Muhacirlerin Fakirleri ile (Allah’dan) Zafer İsterdi - Zat ile Tevessül Şüphesi
"Rasûlullah (sallallahu
aleyhi ve sellem) muhacirlerin fakirleri ile (Allah’dan) zafer
isterdi.”
Birincisi: Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem’in fiilini aktaran Ümeyye, sahabî değil,tabiîdir. Tabiînin, sahabeyi atlayarak Nebi aleyhisselam’dan yaptığı rivayete “mürsel” denir.
Hadisçilerin cumhuruna göre mürsel olan rivayet zayıftır ve hüccet olmaz.
Ümeyye hakkında, İbn-i Hibban şöyle
demektedir: “Mürseller rivayet etmiştir. Onun sahabe olduğunu söyleyen mutlaka
vehmetmiştir.”
İbn-i Abdilberr de şöyle demektedir:
“Ümeyye b. Halid’in sahabî oluşu bence sahih değildir.”
Bunları aktaran İbn-i Hacer, ardından
kendi kanaatini de şöyle ifade etmektedir: “Bir topluluk onu sahabeden
saymışlarsa da bu vehimdir… Bu Ümeyye’nin sahabeliği ve (Nebialeyhisselam’ı) görmüşlüğü yoktur.”(1)
Ümeyye’nin sahabî olmadığını
söyleyenlerden birisi de İbnu’l-Carud’dur.(2)
İkincisi: Hadis sahih bile olmuş olsa, Hoşafçı’nın ispatlamaya çalıştığı zat ile
tevessüle değil, geçen birçok örnekte açıklandığı gibi selefin uygulayageldiği
dua ile tevessüle delil olur.
Hadisi şerheden Münavi, “muhacirlerin fakirleri ile” ibaresini açıklarken bu manayı ifade etmektedir.
Münavi der ki: “Yani onlarla teyemmün
ederek, malı ve itibarları olmayan fakirlerin duaları ile. Zira
hatırları kırık olduğu için duaları kabul edilmeye daha yakındır.”(3)
Ayrıca Nesai’nin sahih bir senetle
yaptığı şu rivayet, bu mananın bizatihi Nebi aleyhisselamtarafından dile getirildiğini göstermek bakımından gayet önemlidir.
Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “Allah bu ümmete zayıflarıyla, onlarınduaları, namazları ve ihlaslarıyla yardım eder.”(4)
Bu hadis açıkça ortaya koymaktadır ki,
zayıflar ile hasıl olacak olan yardım, zayıflıkları yanında, namaz ve ihlaslarına
binaen, onların dualarıyla gerçekleşmektedir.
Üçüncüsü: Hoşafçı s. 220’de diyor ki: “Elbani diyor ki hadis zayıftır. Diyoruz ki yanlış söylüyor. Taberani’nin
iki isnadından biri, Hafız Münziri ve Hafız Heysemi’ye göre sahihtir… Feyzu’l-Kadir’de bunları gördüğü halde okuyucuyu
yanıltıyor… Sahih olan birinci isnadın sahihliğini gizliyor.”
Taberani’nin her iki isnadında da
rivayetin sahibi, sahabî olmayan Ümeyye’dir. Dolayısıyla her iki isnad da
mürseldir, yani zayıftır.
Münziri ve Heysemi’ye göre isnadın sahih
olduğu iddiası ise Hoşafçı’nın ilim ehlinin tabirlerine ne denli ecnebi olduğunu veya telbis ve sahtekarlıkta ne denli hünerli olduğunu gözler önüne sermektedir.
Münavi’nin aktardığı, Münziri’nin
ifadesi şöyledir: “Ravileri Sahih’in ravileridir ve hadis mürseldir.”(5)
Heysemi ise şöyle demektedir “Taberani
iki ayrı isnadla rivayet etmiştir. İki isnaddan birinin ricali, Sahih’in ricalidir. Bitti. Ancak hadis
mürseldir.”(6)
Bir hadis hakkında “Ravileri Sahih’in
ravileridir.” veya “Ricali Sahih’in ricalidir.” demek, “İsnad sahihtir.” demek şöyle dursun, her zaman “Ravileri sikadır.” anlamına bile gelmez.
İfade edeceği yegane mana, bu isnaddaki
ravilerin Buhari ve Müslim veya onlardan biri tarafından tahric edilmiş
olduğudur.
Malum olduğu üzere, onlardan biri
tarafından, rivayetine yer verilen her bir ravinin her halükarda sika olması
da zaruri değildir.
Her ikisinin de zayıf olan birçok
ravinin rivayetine şevahid ve mütabaatta yer verdikleri, zayıf ravilerden
makrun olarak rivayette bulundukları, hatta birçok zayıf ravinin hadislerini
seçerek/intika ederek, süzgeçten geçirdikten sonra bazı rivayetlerine yer
verdikleri “mübtedi hadis
talebeleri tarafından dahi” bilinen bir şeydir.
Bazı şeyhlerden yaptığı rivayetlerde
sika olan birtakım raviler, diğer bazı şeyhlerden yaptıkları rivayetlerde
zayıf sayılmaktadırlar.
Münziri ve Heysemi, “Ravileri veya ricali, Sahih’in
ravileri veya ricalidir.” demek yerine “Ravileri veya ricali sikadır.” demiş olsalardı, bu dahi “isnadı sahihtir” demek anlamına gelmezdi. Zira
ravilerin sika oluşu, isnadın sıhhatinin tek şartı değildir.
Bununla beraber senedinin muttasıl
olması/raviler arasında kopukluk olmaması, isnadının şuzuz ve illetten uzak
olması senedin sıhhatinin diğer şartlarıdır.
En basit bir örnekle, Ahmed b. Hanbel’in
Süfyan es-Sevrî’den, onun da Said İbnu’l-Müseyyeb’den, onun da Ebubekir
es-Sıddîk radıyallahu
anh’dan rivayet ettiği farzedilen bir hadisin isnadı
hakkında “Ravilerinin
tamamı Sahih’in ravileridir. Hepsi de sika ve imamdır.” diyebiliriz. Ancak bu isnad zayıftır. Çünkü Ahmed, Sevri’ye; Sevri,
İbnu’l-Müseyyeb’e; İbnu’l-Müseyyeb, Ebubekir radıyallahu anh’a yetişmemiştir.
Ayrıca Münziri ve Heysemi, açıkça “İsnadı sahihtir.” demiş olsalardı dahi -daha önce anlatıldığı gibi- bu bile “Hadis sahihtir.” anlamına gelmezdi.
Zaten Münziri de bahsi geçen sözünün
sonunda “Hadis mürseldir.” diyerek zayıf olduğunu belirtmeyi de ihmal etmemiştir.
Heysemi’nin sözünün sonundaki, “Ancak hadis mürseldir.” ifadesi ise s. 219’da Heysemi’ye nisbet edilmesinin aksine Münavi’ye aittir.
Bütün bu anlattıklarımızı Hoşafçı olmasa
da Elbani bildiği için Feyzu’l-Kadir’de elbette ki gördüğü bu sözler, onun dediğinin aksine herhangi bir şey
ifade etmemektedir.
Ortada gizlenmesi gereken ne Münziri’ye
ne Heysemi’ye göre sahih bir isnad vardır.
Dolayısıyla bilerek veya bilmeyerek
okuyucuyu yanıltan Elbani değil, Hoşafçı’nın kendisidir.
Üstelik İbn-i Abdilber’in “hadisin mürsel ve zayıf” olduğuyla ilgili kanaatini ve Zehebi’nin hadise “mürsel” hükmü
verdiğini s. 220’de kendisi nakletmektedir.
Dördüncüsü: s. 220’de diyor ki: “Bütün rivayetler Ümeyye’ye dayanıyormuş. Dayansın ne olmuş? O İbn-i
Asakir’in de dediği gibi sika, yani sağlam bir tabiîdir.”
s. 221’de diyor ki: “Onun ağırlıklı görüşüne göre sahabî değil de tabiî
oluşunun âlimlerin çoğunluğuna göre bir zararı yoktur… Bir rivayetin mürsel
olması, Hanefi, Maliki ve Hanbeli âlimlerine göre zayıflık sebebi değildir. İbn-i
Cerir bu hususun, Şafi’ye gelinceye kadar âlimlerce ittifak edilen bir husus
olduğunu söylemiştir. Şu halde Taberani’nin birinci isnadı, âlimlerin çoğuna
göre sahihtir.”
Bütün rivayetlerin sahabî olmayan
Ümeyye’ye dayanıyor olması, bu rivayete “mürsel” denilmesi anlamına
gelmektedir. Üstelik Ümeyye’nin sika oluşu, konunun boyutunu değiştirmez.
Hadis rivayetiyle ilgili bir meselede
ise esas itibara alınması gereken, fıkıhçıların veya usulcülerin değil, elbette
ki hadisçilerin söylediği söz olmalıdır.
Öyleyse mürsel ile alakalı hadisçilerin
sözlerine bir bakmak, konunun açıklık kazanmasında sanırız faydalı olacaktır.
İmam Müslim, Sahih’in mukaddimesinde, hasmın dilinden ikrar ederek şöyle aktarmaktadır:
“Rivayetler içinde mürsel olanlar, bizim ve hadis ilmi ehlinin sözlerinin
aslında hüccet değildir.”(7)
Tirmizi şöyle demektedir: “Hadis eğer
mürsel ise hadis
ehlinin çoğunluğuna göre sahih değildir. Onların
birçoğu mürseli zayıf saymışlardır.”(8)
Tirmizi’nin “sahih değildir” ibaresini, İbn-i Receb “bundan kasdettiği şey hüccet olmayacağıdır”
diyerek açıklamaktadır.(9)
Hakim der ki: “Mürseller, hicaz
fukahasından ehl-i
hadis topluluğuna göre vahi olup ihticac
edilmez.”(10)
Hatib el-Bağdadi, mürsellerin
reddedileceğinin ve onlarla hüccet getirilmeyeceğinin, hadis hafızlarından olan
imamların çoğunun görüşü olduğunu ifade ettikten sonra şöyle demektedir: “Bizim
tercihimiz de mürsellerle amel etmenin farziyetinin düştüğü ve mürselin makbul
olmadığı yönündedir.”(11)
Mürselin reddedilmesiyle ilgili kanaati,
hadis ashabı topluluğuna ve diğerlerine nisbet eden İbn-i Abdilber, ardından
şöyle söylemektedir: “Bildiğim kadarıyla bütün beldelerdeki sair fıkıh ehli ve hadis ashabı topluluğuna göre rivayetteki kopukluk, onunla amel etmenin vucubiyetine engel bir
illettir.”(12)
İbnu’l-Esir, mürsellerin kabulüyle
ilgili ihtilafı zikrettikten sonra der ki: “Tamamıyla veyabüyük çoğunluğuyla hadis ehline göre ise mürseller vahi’dir ve hüccet olmaz.”(13)
Mürselin zayıf hadis hükmünde olduğunu
belirten İbnu’s-Salah ardından şöyle söyler: “Hadis hafızlarının ve eser tenkitçilerinin cumhurunun
görüşlerinin yerleştiği mezheb, belirttiğimiz
şekilde mürselin hüccet olmaktan düşüp zayıf olduğuna hükmetmektedir.”(14)
Nevevi de “Bize ve muhaddislerin cumhuruna
göre mürsel, hüccet olmaz.”(15) ve “Mürsel,muhaddislerin cumhuruna göre zayıf hadistir.”(16) demektedir.
Alai, mürsel hadisi reddetmenin, hadis ehlinin cumhurunun veya tamamının kanaati olduğunu belirttikten sonra, mürseli kabul etmeyenler arasında şu
isimleri zikretmektedir. “Abdurrahman b. Mehdi, Yahya b. Said el-Kattan, Ali
İbnu’l-Medini, Yahya b. Main, Buhari, Müslim, Tirmizi, Nesai, Darakutni, Hakim,
Hatib el-Bağdadi.”(17)
Ebu Hatim er-Razi, Ebu Zur’a er-Razi ve
İbn-i Ebi Hatim de mürselin reddedileceğini açıkça söyleyenlerdendir.(18)
Sahabe mürselleri dışındaki mürsellerin
mutlak olarak reddedilmesinin hadis
imamlarınınuygulaması olduğunu, İbn-i Hacer de
ifade etmektedir.(19)
Yani hemen hemen bütün mustalah
kitapları, mürselin
zayıf olduğunu ve hüccet olmayacağını, hadiscilerin cumhuruna veya büyük
çoğunluğuna ya da tamamına nisbet etmektedir.
Yani bu hadisin sahabî olmayan Ümeyye’ye
dayanıyor olması da onun mürsel olduğunu, mürsel oluşu da konunun mütehassısı
olan bilginlere göre zayıf olduğunu ve hüccet olmayacağını gösterir.
Hoşafçı’nın medet umduğu Şafiî’den önceki icma iddiasını, İbn-i Cerir’den aktaran İbn-i Abdilber’in kendisi bu iddianın
zayıflığına işaret ederek “Taberi’nin iddia ettiğine göre”(20) ibaresiyle
aktarmaktadır.
Zaten hadisciler de bu iddiayı
reddetmişlerdir.(21)
Ayrıca Said İbnu’l-Müseyyeb, Zühri ve
onlar dışında tabiînden başkalarından da mürseli reddettikleri
naklolunmuştur.(22)
Eğer Hoşafçı’nın dediği gibi “Bu isnad, âlimlerin çoğunluğuna göre
sahihtir.” demek doğru ise şöyle söylemek de
doğru olmalıdır:
Bu hadis Buhari’ye, Müslim’e, Tirmizi’ye,
Nesai’ye, İbn-i Mehdi’ye, Yahya b. Said el-Kattan’a, İbn-i Medini’ye, İbn-i
Main’e, Ebu Hatim’e, Ebu Zur’a’ya, İbn-i Ebi Hatim’e, Darakutni’ye, Hakim’e,
Beyhaki’ye, Hatib el-Bağdadi’ye, İbn-i Abdilber’e, Nevevi’ye, hasılı hadiscilerin cumhuruna veya büyük
çoğunluğuna ya da tamamına göre zayıftır, reddedilir ve hüccet
olamaz.
Beşincisi: s. 219’da Elbani’nin Münavi’yi referans göstererek sahih olması halinde
dahi hadisin “fakirlerin duasıyla” tarzında anlaşılması gerektiğini
söylediğini, ancak cah ve teyemmün/teberrük lafızlarını kullanmamak için Elbani’nin Münavi’nin sözünü eksik aktardığını
ifade etmektedir.
Bununla, okuyucuya Elbani’nin ve
selefilerin cah ve teberrük lafızlarından rahatsızlık duyduklarını, bunları zikretmenin işlerine
gelmediğini ima etmektedir.
Eğer Münavi, Elbani’nin kullanmak
istemediği(!) birinci sözcük olan cah ile, Allah’tan, fakirlerin cah’ı ile istendiğine dair bir yorum getirmiş olsaydı, Hoşafçı’nın bu
ithamının en azından bir anlamı olurdu.
Hâlbuki Münavi, “cah”
sözcüğünü, fakirleri vasfederken “malları ve cahları/itibarları olmayanlar”
şeklinde kullanmaktadır.
Yani Münavi’nin ifadesindeki cah, Hoşafçı’nın vehmettirmeye çalıştığı gibi Allah’tan,hürmetine istendiği isbat edilen değil,
kulların nezdinde olduğu nefyedilen “cah”dır.
Ayrıca Münavi’nin sözünün bununla ilgili
olmaması bir kenara, enbiyanın, evliyanın ve salihlerin Allah katında “cah”ları, yani
itibar, makam ve mevkilerinin olduğu, Elbani dahil bütün ehl-i sünnetçe
müsellem olan konulardandır.
Nebi aleyhisselam’ın, diğer enbiya ve evliyanın
Allah katında cahlarının, makam, mevki ve itibarlarının olduğunu inkâr
etmediğine vurgu yapan Elbani,(23) hem de fakirlerin, insanlar nezdinde
itibarları olmamasını anlatan “cah” kelimesinden neden rahatsız olsun?
Hoşafçı’ya göre Elbani’nin kullanmak
istemediği diğer sözcük de kendisinin iki kere tekrarladığı “teberrük” lafzıdır.
Hoşafçı dönüp bakma zahmetine katlandı
mı bilmiyoruz, ama Münavi’nin ifadesinde onun iki kere tekrar ettiği “teberrük” lafzı değil “teyemmün” lafzı geçmektedir.
“Teyemmün,” Arapçada, “teşaumun/uğursuzluğun”
zıddı manasındadır. Bazı Arapça-Türkçe sözlüklerde “uğurluluk” anlamı
verilmişse de bu bizce hem şer’i hem de lugavî olarak “teyemmün” lafzını doğru karşılamamaktadır.
Kamuslarda denildiğine göre “filanca bir
şey ile teyemmün etti” demek, onun bereketini umdu anlamına gelmektedir.
Teberrük de tevessül gibi müşterek hale
getirilmiş ifadelerdendir. Meşru olan şekilleri olduğu gibi gayrımeşru olan
şekilleri de vardır.
Dolayısıyla şer’i bir lafız olan
teberrükü kullanmak, ehl-i sünnetten hiç kimseyi gocundurmaz.
Münavi’nin kullandığı “onlarla teyemmün
ederek” ifadesi, onlarla teberrük ederek demek bile olsa, bu, onların
dualarının hayrını umarak demek olur ki Elbani bunu gizlemeye neden gerek
duysun?!
İşte Münavi’nin tam ibaresi “Onlarla teyemmün ederek, malı ve
cahı/itibarı olmayan fakirlerin duası ile. Zira hatırları kırık olduğu için
duaları kabul edilmeye daha yakındır.”(24)
Altıncısı: s. 223’de “Allah bu ümmete, zayıflarıyla, onların duaları, namazları ve
ihlaslarıyla yardım eder.” hadisiyle alakalı Elbani’ye şöyle cevap vermektedir.
“Biz de Elbani’ye diyoruz ki:
1-Nesai’nin
hadisinin doğru tercümesi şöyledir.”
Sanki hadisi Türkçeye Elbani tercüme
etmiş! La havle ve la kuvvete illa billah!
Diyor ki: “2-Dualarıyla, namazlarıyla ve
ihlaslarıyla sözü, zayıflarıyla ifadesinden sonra gelmiş olup atf-ı beyan yoluyla yapılan bir
açıklamadır ki ravi tarafından olma ihtimali vardır. Dolayısıyla ravinin bir
anlayışıdır.”
Hoşafçı, besbelli ki aleyhine olan
rivayetleri reddetmede imamı Kevseri’nin ayak oyunlarından etkilenmiş. Onu da
bu denli ölçüsüz yapmaya çalışıyor.
Yani diyor ki,“Ey okuyucu, hadislerde
atf-ı beyan yoluyla gelen bütün açıklamaların ravi tarafından olma ihtimali
vardır. Ötesi, bu ihtimale binaen bu açıklamalar, ihtimal bile olmaksızın
ravinin anlayışıdır. Eğer sen de sahih hadislerde hevâna uymayan atf-ı beyan
yoluyla yapılmış açıklamalar görürsen aldırma."
Eğer böyle ihtimalle oluyorsa Hoşafçı’ya
soralım:
Sahabî olmadığı, yani Nebi aleyhisselam’ı görmediği halde O'nun sözünü bile değil, bir uygulamasını aktaran
Ümeyye, bu uygulamayı kim olduğunu bilmediğimiz bir başkasının anlayışı olarak
aktarmıyor mu?
Yani değil birkaç kelimesi, tamamı kim
olduğunu bilmediğimiz ravinin, duyduğu bir sözü değil, gördüğü bir olayı, kendi anladığı gibi tabir etmesi değil midir?
Dahası bu yönde hiçbir uygulamaya şahit
bile olmayan Ümeyye’nin,kendisine kim tarafından anlatıldığını bilmediğimiz
bazı uygulamaları, böyle anlayıp rivayet etme ihtimali yok mudur?
Bu ihtimaller, Hoşafçı’nın iddia ettiği
ihtimalden daha kuvvetli değil midir?
O farkında olmasa da ileri sürdüğü bu
acayip usul, aslında Ümeyye hadisiyle ortaya koymaya çalıştığı her şeyi, hem de
temelinden çökertmektedir.
Diyor ki: “3-Diyelim ki dualarıyla tevessül oldu.
Yani ey zayıflar, bizim için dua edin demek olsun. Zaten bunu inkâr eden yok.
Ya namazlarıyla ve ihlaslarıyla dua nasıl oldu? Bir namaz kılın da Allah bize
yardım etsin veya Allah’ım, şu zayıfların namazlarıyla bize yağmur ver veya ey
zayıflar bize şu kadar ihlas verin de Allah bize yardım etsin veya ey Allah’ım,
zayıfların şu miktar ihlası ile yardım et denildiği mi iddia ediliyor?
Subhanallah! … Ne akıl?!”
Öncelikle okuyucudan özür diliyoruz.
Bunca söz israfıyla yapılan böylesi ucuz ve adi bir polemiği, hevanın insanı
ne hallere soktuğu görülüp ibret alınsın, Allah’tan selamet ve afiyet dilenmeye
devam edilsin maksadıyla aktardık.
Namaz ve
ihlasıyla dua nasıl olmuş?!
Birkaç satır aşağıda kendisinin de
söylediği gibi “Zatlar(ın duasıy)la(25)
tevessül etmek demek, hakikatte onlardaki namaz, ihlas ve benzeri salih
ameller sebebiyledir.”
Yani namaz ve ihlasları, duaya konu
olacak tevessül malzemesi değil, zayıflıklarında olduğu gibi, duanın neden
kabule daha layık olduğunun gerekçeleridir.
Eğer “Ey zayıflar, bizim için dua edin” demek, sizin de kabul ettiğiniz bir şeyse, diğer suretlerde namaz ve
ihlas, zayıfların yerine konur, duanın değil."Ey namaz kılanlar,ey ihlas
sahipleri, bizim için dua edin" demek gibi. Zira zayıflık gibi namaz ve
ihlas da duanın kabule şayan olmasına etkendir.
Abbas radıyallahu anhuma’nın Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in amcası Yezid İbnu’l-Esved’in salih ve hayırlı bir kimse olması gibi...
Peki, “Amcalıkla tevessül nasıl oldu?” sualine “Ey
Abbas, Peygamber’e şu kadar amcalık yap da Allah bize yağmur versin.” cevabı ihtimal olarak sayılmayacağı gibi, “Ey Allah’ım, Yezid’in şu miktar salah ve
hayrı ile bize yağmur ver.” sözü ihtimaller
arasında varid olmayacağı gibi, Hoşafçı’nın irad ettiği ihtimallerin hiçbirinde
varid değildir.
Zayıflık da, namaz da, ihlas da
peygambere olan amcalık da, salah ve hayır da sadece duanın kabulünün evla
oluşuna birer gerekçedir.
Hoşafçı’nın bunca gayret arasında
muvaffak olduğu tek cümle şudur: Subhanallah!! Ne akıl?!
Yedincisi: s. 223’de, “Hudu ve
huşu sahibi gençleriniz, otlayan hayvanlarınız, beli bükülmüş ihtiyarlarınız,
emzikteki yavrularınız olmasaydı, üzerinize azabı ilahı gökten boşanırcasına
dökülürdü” şeklindeki rivayeti aktaran Hoşafçı,
321 nolu dipnotta rivayetiŞevkani’nin
Neylu’l Evtar’ının 17. cildine azvederek “hadisleri tahric” etmedeki çap ve müstevasını gözler önüne sermektedir.
Neylu’l-Evtar, müsned bir hadis kitabı
olmadığı gibi Mecd İbn-i Teymiyye’nin ahkâm hadislerini derlediği müsned
olmayan Münteka’l-Ahbar’ının şerhidir.
Hoşafçı, hayatında Neylu’l-Evtar isimli kitabı hiç görmüş mü bilmiyoruz. Bildiğimiz bir şey varsa o da Neylu’l-Evtar’ın 17. cildinin olmadığıdır.
Mevcud en büyük baskısı, son cildi
fihristlerden ibaret olan, Muhammed Subhi Hallak’ın hazırladığı 16 ciltlik
baskısıdır.
Söz konusu hadisi Sünenu’l-Kubra’da rivayet eden Beyhaki, ardından şöyle demektedir: “(Ravilerden) İbrahim
b. Huseym kavi değildir. Yine kavi olmayan başka bir isnadla şahidi
vardır.”(26)
Zehebi de der ki: “Ben derim ki, Nesai
(İbrahim için) ‘metruktur’ dedi.”(27)
Beyhaki’nin sözüne talik yapan İbn-i
Türkmani de şöyle demektedir: “Bu işin erbabı olanlar onun hakkında ağır
ifadeler kullanmışlardır. Nesai “metruk,” Ebu’l-Feth el-Ezdi ise “kezzab” demiştir.
Cevzecani de “sonradan ihtilat etti” demektedir.(28) Başka bir yerde
Beyhaki’nin de onun “zayıf” olduğunu ıtlak ettiğini söylemektedir.
Nevevi de der ki: “Hadis zayıftır.”(29)
s. 224’de diyor ki: “Mani ed-Deylemi radıyallahu anh,
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
“Eğer yeryüzünde Allah’ın rukü eden kulları, süt emen sabiler, otlayan
hayvanlar olmasaydı, üzerinize azab yağdırır ve sizi helak ederdi.”
Hadis’in Beyhaki’deki şekli şöyledir: “Malik b. Abiyde’den, yani İbn-i Müsafi
ed-Diyli’den,onun babasından, onun da dedesinden
aktardığı rivayette…”(30)
Hoşafçı, ravi Malik’in babası Abiyde olunca, sahabî olan dedesinin de “Mani ed-Deylemi” olduğunu uyduruvermiş.
Bu ismi de Malik b. Abiyde’nin kim
olduğu açıklanırken kullanılan, “yani İbn-i Müsafi ed-Diyli” ibaresinde “Yani” açıklama
edatını “Mani” diye okuyup “ed-Diyli”yi de “ed-Deylemi” şeklinde okuyarak uydurmuş. İbn-i Müsafi’yi hazfedip yanına radıyallahu anh’ı da koyunca oldu size sahabeden “Mani ed-Deylemi” radıyallahu anh.
Hoşafçı bütün sahabe mucemlerini
araştırsın bakalım; Mani
ed-Deylemi adında bir sahabî bulabilecek mi
acaba?
Uydurma hadisleri delil getirmesine
alışık olduğumuz Hoşafçı’nın olmayan
bir sahabî uydurması, bizim için de yeni bir tecrübe
doğrusu!
Beyhaki’nin önceki hadise yaptığı
ta’likte sözünü ettiği “isnadı kavi olmayan şahid” budur.
Zehebi bunun üzerine der ki: “Bu da
zayıflıkta birinci hadis gibidir. Malik ve babası mechuldürler.”(31)
Malik’in mechul olduğuna Yahya İbn-i
Main de işaret etmekte,(32) babası Abiyde’nin mechul olduğunu Ali
İbnu’l-Medini de ifade etmektedir.(33)
Müsafi Ebu Abiyde ed-Diyli radıyallahu anh’a yer veren Ebu Nuaym,(34) İbni’l-Esir(35) ve İbn-i Hacer,(36) bahsi
geçen hadise de yer vermektedir.
Hadisin ravilerinden Abdurrahman b. Sa’d
da zayıftır.(37)
Özetle iki “mechul” ve bir “zayıf”lı bu
isnad da zayıftır.
s. 225’de diyor ki: “Hadiste geçen otlayan hayvanlara,
emzikli çocuklara ne demeli? Otlayan hayvanlar ve emzikli çocuklar bize dua
ettiği için mi biz ilahi azaptan korunuyoruz? Yoksa Allahu Teâlâ’nın onlara
olan merhametinin tecelli etmesinden mi? Evet, Allah’ın rahmeti tecelli
ediyor. Ve biz onların vesilesiyle ilahi azabtan kurtulmuş oluyoruz.”
Elbette ki Allah’ın onlara olan
merhameti farklı suretlerde tecelli etmektedir. Elbette ki Allah, onların ve
başkalarının vesilesiyle bize de ikram etmektedir (örneğin yağmur
yağdırmaktadır).
Hoşafçı, neden niza olmayan meseleleri
isbata uğraşıyor ki?!
Oysa şöyle demesi gerekirdi: “Otlayan hayvanlar ve emzikli çocuklar
bize dua ettiği için mi biz ilahi azaptan korunuyoruz, yoksa Allah’a ‘Ya
Rabbi, otlayan hayvanlar hürmetine, emzikli çocukların hakkı için bize azab
etme.’ diye dua ettiğimiz için mi?”
Zira onun isbata uğraştığı, bizim de
meşru olmadığını söylediğimiz tevessül budur!
Biz diyoruz ki:
Allah’ın bize, onlar vesilesiyle ikram
ediyor olması ile Allah’tan onlar vesilesiyle, onların hakkı ve hürmetine
isteyebilmemizin meşru oluşu arasında bir münasebet yoktur.
Yerdeki ve gökteki her şeyin, balıkların
bile ilim talebelerine istiğfar ediyor olmasıyla, ilim talebelerinin, kuşlardan,
köstebeklerden ve balıklardan kendilerine istiğfar etmelerini istemelerinin
meşru oluşu arasında bir münasebet olmadığı gibi!
----------------------
Dipnotlar
(1) İbn-i Hacer, İsabe, 1/462-464 no: 550
(2) İbn-i Hacer, Tehzib, 1/188
(3) Münavi, Feyzu’l-Kadir, 5/219-220
(4) Nesai, Sünen, 3178
(5) Münavi, Feyzu’l-Kadir, 5/219
(6) a.g.e. aynı yer.
(7) Müslim, Mukaddime, 1/24
(8) Tirmizi, İlel, 5/753
(9) İbn-i Receb, Şerhu’l-İlel, 223
(10) Hakim, Medhal, 12
(11) Hatib el-Bağdadi, Kifaye, 387
(12) İbn-i Abdilber, Temhid, 1/5
(13) İbnu’l-Esir, Camiu’l-Usul, 1/117-118
(14) İbnu’s-Salah, Mukaddime, 27-28
(15) Nevevi, Mecmu, 1/99
(16) Nevevi, Takrib, 29
(17) Alai, Camiu’t-Tahsil, 35
(18) İbn-i Ebi Hatim, Merasil, 7
(19) İbn-i Hacer, Nüket, 2/548
(20) İbn-i Abdilber, Temhid, 1/4
(21) İbn-i Hacer, Nüket, 2/568; Zerkeşi, Nüket, 601-602; Sahavi, Fethu’l-
Muğis, 1/142-144
(22)Hakim, Medhal, 12; Begavi, Şerhu’s-Sünne, 1/246; İbn-i Esir, Caimu’l-Usul, 1/118; İbn-i Hacer, Nuket, 2/568
(23) Elbani, Tevessül, 76
(24) Münavi, Feyzu’l-Kadir, 5/219-220
(25) Parantez içi ibare bize aittir
(26) Beyhaki, Sünenu’l-Kubra, 3/345
(27) Zehebi, Mühezzeb, 3/1271
(28) İbn-i Türkmani, Cevheru’n-Naki, (Sünenu’l-Kubra haşiyesi, 2/345)
(29) Nevevî, Hûlasa, 2/874
(30) Beyhaki, Sünenu’l-Kubra, 3/345
(31) Zehebi, Mühezzeb, 3/1271
(32) Zehebi, Mizan, 4/8 no: 6640
(33) İbn-i Hacer, Tehzib, 3/46
(34) Ebu Nuaym, Ma’rifetu’s-Sahabe, 4/309
(35) İbn’u’l Esir, Üsdü’l-Ğabe, 5/125
(36) İbn-i Hacer, İsabe, 10/133
(37) İbn-i Hacer, Takrib, 579 no: 3898; Heysemi, Mecmau’z-Zevaid, 10/227

Yorumlar
Yorum Gönder